Wednesday, April 15, 2009

Moon

Madem artik Altin Baklava gosterimleri devam etmiyor, belki bu blog'u film haberleri paylasmak icin kullanabiliriz der, ilk haberimi yazarim:

Soyle saglam bir bilimkurgu filmi izlemeyeli uzun zaman oldu. Bu baglamda Duncan Jones'un bu filmini bayagi merak ediyorum, DVD'si ciksa da bir yerden bulup izlesek. Bu arada Duncan Jones, David Bowie'nin ogluymus, yeni ogrendim..

Friday, July 11, 2008

More

Gectigimiz haftasonu agirlikli olarak Altin Baklava uyelerinden olusan bir grupla Kung Fu Panda'yi izlemeye gittik. Sinema salonundan yillik kung fu dozumuzu almis bir sekilde ayrilirken bir Pixar filminden cikmiscasina mutlu ve mesuttuk.

Neyse lafi daha fazla uzatmadan asil konuya geleyim: Asagidaki kisa film, Kung Fu Panda'nin yonetmeni Mark Osborne'un 1999 yilinda En Iyi Kisa Film dalinda Oscar'a da aday olmus olan (kazanamamis ama olsun..) cok basarili bir stop motion. Ben cok begendim, sizler de izleyin istedim :)

Monday, April 7, 2008

NOTORIOUS (HITCHCOCK, 1946)




Bu sabah uyandığımda Hitchcock'un gösterme ihtimali ile yaşadığım tüm filmleri alt üst ettiğini farkettim. Orson Welles ile aralarında kararsız kalmakla beraber, senaryo akışı itibari ile ilkini tercih ettim.

Bildiğiniz gibi, film noir yani kara filmler(dark cinema,günümüzde extreme de) anksiyete nöbetleri ve intikam buhranlarına gerilim, macera ve dedektiflik hikayelerinin eklendiği belki de bir genre bile sayılamayacak bölümü.

Karakterize edilmesi zor bir çeşit olmakla beraber, film noir'ın noir oluşu II. Dünya Savaşı sonrası sona eren optimistik propaganda ile Amerikan toplumunun içine düştüğü atmosfer. Savaş sırasında The Maltese Falcon, Laura, The Glass Key gibi başarılı örnekler çıksa da, siyah ve beyazın Alman Dışavurumculuğu etkisi ile birleşmesi (Ki burada Nosferatu, The Cabinet of Dr. Caligari, Dr. Mabuse'yi saymamak olmaz) 1940'lardan sonraya rastlıyor. Bu anlamda, ters açı çekimleri, karanlık ve bulanık atmosferler, ışık ve gölge oyunlarının yoğunluğu, gerilim dolu figür ve konular yoğunlaşıyor ve sevilen noir temalarına varıyoruz.

Alanın felsefesine gelince. Film noir Marksist, Varoluşçu ve Freudian biçimlerde ayrılsa da özünde karakterler suçu işlediklerinde, bir vicdani hesaplaşmayı korurlar ve çoğunlukla bu durum onların varoluşsal acılar altında ezilmeleriyle son bulur. The Big Sleep, Kiss me Deadly, Out of The Past gibi filmler bu varoluşçu kaygıyı başarıyla yansıtır.

Karakterler toplumsal olarak dışlanmış, yoksayılmış ya da hakettiğini bulamadığına inanan figürler tarafından, bir maduniyetten şekillenir. Örneğin, Double Indemnity ya da The Postman Always Rings Twice'daki femme fatale'lerimiz hayattan alıcakları intikamı (anti)kahramandan alırlar.

Favori filmlerim tabi ki klasikler, The Maltese Falcon, Double Indemnity, Sunset Boulevard ve Touch of Evil. 1950 ve 60'larda Fransız Yeni Dalgası başka bir deyişle, Jean Luc Godard, François Truffaut gibi figürlerle anılan noir, (ki Breathless, Alphaville, Shoot the Piano Player, Fahrenheit 451 gerçeği) 70'lerden sonra, postmodern olgulardan beslenmiş, psikolojik gerilim ve bilim kurgu üzerinden giden birbirine geçen iki hatta yönelmiştir. İlki çoğunlukla klasik film noir çerçevesinden beslenmiş, ikincisi ise distopik çalışmalara kaymıştır(Taxi Driver, Farewell My Lovely, Blue Velvet, Blood Simple, Natural Born Killers, Blade Runner).

Konusu hakkında yorum yapmak istemediğim Notorious'ta Cary Grant ve İngrid Bergman başrolleri paylaşıyor, başarılı senaryo, temponun belirli bir düzeyde seyretmesi, sinematografinin mükemmelliği ve siyah beyaza olan ilgim filmi seçmemde büyük rol oynadı.

Hitchcock ile ilgili en postmodernist veya modernist ve Lacanian yorumları Zizek yapıyor. Onun bakışıyla yorumlamam gerekirse, Hitchcock'un objektifi subjektife yaklaştırdığı hatta Hegelian tabirle içiçe geçirdiği filmlerden biri. Kamera daima olmazken bile varolabilen bir bakışın ürünü gibi bir üst gözlemleme yeteneğine sahip. Bu anlamda, medyanın varlığımızı her yerde ve her şeyde ontolojik olarak yeniden kanıtlaması gibi, kamera bu filmde oynayan ve izleyici arasında bir üçüncü kanıt.(Zizek bunu tabi ki, varoluşumuzdaki kapanmayan ama var da olan tarihselliğe yayılmış boşluğun(Heideggerian Dasein) bir fantazi nesnesi olduğunu göstermekte kullanıyor.)

Film sonrası uranyum konusunu ele alması nedeniyle Hitchcock'un FBI tarafından aylarca takip edilmesi de tesadüf olmasa gerek. Bir sahnede çoğu zaman olduğu gibi Hitchcock'u görebiliyoruz.

Görüşmek üzere. Sevgiler saygılar.

Tuesday, April 1, 2008

Bu Hafta

Kim baklava alıyor?

Filme yetişemeyecem herhalde ama baklavaya gelecem. :)

Wednesday, March 26, 2008

Oldboy

Sevgili Altınbaklavacılar,
27 Mart Akşamı sizlere göstermek istediğim film 2003 Güney Kore yapımı, Oldboy. IMDB'de Top250 içinde 113 olduğunu belirtirim :), işimi sağlama aldım bu sene.

Filmle ilgili detaylı bilgiler için:
imdb
beyazperde

Sunday, March 16, 2008

Unforgiven


Bu hafta Altınbaklava'da Clint Eastwood'un hem yönetip hem de başrolünde oynadığı "Unforgiven" filmini izleyeceğiz.

Filmi seçmemin en önemli sebebi iki senedir hiç bir Western izlememiş olmamız.

Western türü 30'lar ve 50'ler arasında Amerikan film endüstrisinin en önemli türlerinden biriydi. John Ford, John Huston ve Howard Hawkes gibi Hollywood'un altın çağının mimarları hep Western türüyle yakın ilişkide oldular. Özellikle John Ford Western çağının ünlü aktörü John Wayne ile birlikte 35 civarı Western filmine imza attı ve adeta türü yaratan insan oldu.

60'lar ile birlikte Hollywood sisteminin gücünü kaybetmesi ve sinema kurallarının biraz tersine dönmesiyle Western'ler de biraz güç kaybettiler. Kahraman silahşörlerin hikayeleri artık o kadar da ilginç gelmiyordu kimseye. Artık Kızılderilileri kötü adam olarak izlemek istemiyordu halk. Böylece 60'lar ve 70'ler ile birlikte alt-western'ler çağı başladı. Klasik western kurgusu yıkılıyor, Western türü hiç beklenmedik yerlere gidiyordu.

Bu dönemde doğu bloğu yapımı kızıl westernler, Rus devrimi ve iç savaşı döneminde geçen ve tür olarak Western ile çok benzer olan yine doğu bloğu yapımı Ostern'ler, revizyonist westernler ve yükselen pop kültür ile beslenen acid westernler. Tabi bunlar arasında yeri apayrı olan Spaghetti Western türü.

Spaghetti Western türü Sergio Leone'nin 1964 yapımı "A Fistfull of Dollars" filmi ile ortaya çıktı. İtalyan yapımı, düşük bütçeli ve minimalist bir sinema anlayışının ürünü olan bu filmler aynı zamanda revizyonistlerdi. Özelikle Fistfull of Dollars ile başlayan Leone'nin "Dolar Üçlemesi"'nin son filmi "İyi, Kötü ve Çirkin"'in çizdiği karakterler ve Western temalarını ters düz etmesiyle hepimizin aklına kazınmıştır.

Spaghetti Western'lerin başarısının bence en büyük sebebi bilerek ya da bilmeyerek Western'lerin geçtiği çağa orjinal Western'lerden daha gerçekçi bakmalarıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısı Amerika'sının kahramanlarla dolu bir yer değil de anarşinin kol gezdiği herkesin hayatını korumak ve devam ettirebilmek için çırpındığı bir kaos ortamı olduğunu yüzümüze vurdu Spaghetti Western'ler.

Clint Eastwood'un da sinemaya girmesi Leone'nin "Dolar Üçlemesi" ile oldu. Eastwood televizyonda ufak rollerden sonra "Rawhide" isimli bir Western dizisinin başrolünü kapmıştı. Leone Eastwood'u "Dolar Üçlemesi" filmlerinde başrolde oynattı ve bu şekilde Eastwood Hollywood'un kapısından girdi.

70'lerde ve 80'lerde Western hiç unutulmadı ama giderek popülerliğini yitirdi. Alt-western türleri Western dünyasını domine ediyordu. 80'lerde komedi westernler bile çekildi.

Western'in kan kaybettiği aynı dönemde Eastwood ise sinemada sürekli bir çıkış içerisindeydi. Önce kendi prodüksyon şirketini kurdu ve yönetmenliğe geçti. Daha sonra da Don Siegel ile ortak çalıştıkları "Dirty Harry" serisi geldi. Eastwood oyuncu olarak giderek yukarılara tırmanıyordu ama oynadığı sterotip roller onun başka bir kurguda da aynı başarıyı yakalayabileceği düşüncesini kimsenin aklına getirmiyordu.

80'lerin sonlarında Kevin Costner'ın "Dances With Wolves" (Kurtlarla Dans) projesi Michael Cimino'nun sinema tarihinin en büyük facialarından biri olan "Heaven's Gate" ile karşılaştırılıyordu ve masraflarının artması sebebiyle benzer bir facia olma yolunda gittiği düşünülüyordu. Filmin senaryosu 2-3 sene Hollywood'da dolaşmış ve kimse ilgilenmemişti. Ancak senaryo roman halinde basıldıktan sonra Costner filmi çekmek için bir prodüksyon şirketi bulabilmişti. Herkes Western'ler ölmüşken bir Western çekmeyi delilik olarak görüyordu.

Fakat Costner'ın "Dances With Wolves"'u herkesi şaşırttı. Facia olmak bir yana 12 Oscar adaylığı aldı ve 7 dalda ödülü kazandı. Costner en iyi yönetmen Oscar'ıyla kaiyerinin zirvesine çıktı. Daha da önemlisi film Western'lerin ölmediğini kanıtladı herkese.

Bu sırada Eastwood'un yönetmenlik kariyeri de çıkıştaydı. Charlie Parker'ın hayatını konu alana "Bird" filmi ile Eastwood Cannes'da ve seyircilerden övgü almıştı. Daha sonra afrika filmlerinden yola çıkarak Hollywood'un altın çağını konu alan "White Hunter Black Heart"'a, ve bir polisiye olan "The Rookie"'ye imza attı. Fakat bu filmler ortalamayı aşamadılar.

"Dances With Wolves"'un başarısından da cesaret alarak Eastwood yaklaşık 20 yıldır Hollywood'da dolaşan ve kimsenin beğenmediği, film yapmaya değer bulmadığı bir David Peoples senayosunu aldı ve filmi yapmaya başladı.

"Unforgiven" Western ile anti-Western arasında gidip gelen bir yapıdaydı. Yaşlı bir kovboyun emekliliğinden vazgeçip tekrar eline silah almasını anlatıyordu. Eastwood filme aynı zamanda yaşlı silahşörü de canlandırıyordu. Eastwood'a eski kuşağın iki önemli oyuncusu Morgen Freeman ve Gene Hackman eşlik ediyorlardı. Eastwood özellikle Hackman'ı mutlaka bu filmde istemişti.

Film muazzam bir başarı olmadıysa da sevildi. 100 miyon dolar civarı hasılat yaptı tüm dünyada. Herkezin hemfikir olduğu bir nokta Eastwood'un muhteşem yönetmenliğiydi. Eastwood'un yönetmenlik kariyeri 20. senesine girmişti ama çok kişi ondan bu kadar iyi bir iş beklememekteydi yine de.

Film Eastwood'a En İyi Yönetmen Oscar'ını getirdi. En İyi Film ve Gene Hackman'ın aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri ile birlikte toplam 4 Oscar ödülü kazandı.

Fakat bence filmin en dikkat çekici yanı kazandığı ödüllerden çok Eastwood'u Hollywood'un en prestijli yönetmenlerinden biri haline getirmesi oldu. Bu filmden sonra Eastwood her filmiyle kariyerini bir adım daha ileri götürdü. "A Perfect World","Mystic River","Million Dolar Baby","Flags of Our Fathers/Letters from Iwo Jima" en dikkat çekici çalışmaları Eastwood'un. "A Perfect World" dışındaki filmlerle Oscar adayı olan Eastwood, Mystic River ile ikinci En İyi Yönetmen Oscar'ını aldı ve güç bir başarıya imza attı.

Western'ler Eastwood kadar şanslı olmadılar malesef. Unforgiven'dan sonra kan kaybetmeye devam etti Westen türü. Unforgiven'dan sonra ancak bu sene doğru dürüst bir Western vizyona girdi, (Andrew Dominik'in The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford filmi.

Perşembe günü gösterimde görüşmek üzere.

Wednesday, March 12, 2008

13 Mart No Country For Old Men



Herkese Merhaba,
Bu filme gitmeyi pek bi istiyordum, birlikte izlesek mi dedim, sonra da izleyelim dedim :)

Beyaz Perde Soyle demis:

Koca bir uyuşturucu zulası, iki milyon dolarlık bir para ve iki ceset... Kötü giden bir uyuşturucu pazarlığından geriye kalan bu tehlikeli 'üçlü'den, parayı alarak kaçan Moss, peşinden son derece kanlı ve şiddet dolu bir macerayı da sürükleyecektir.

Coen Kardeşler'in en hit filmlerinden Fargo'nun ne oranda izlerini taşıdığı merak edilen yeni bir Amerikan suç filmi olarak karşımıza çıkan No Country for Old Men, 2007 Cannes Film Festivali'nde büyük ödül için yarışanlardan...
Trailer icin :

http://www.youtube.com/watch?v=i1TqPm_ticY

itirazi olan ya simdi soylesin, ya da gosterimden sonraya konussun :D
sevgiler

Wednesday, March 5, 2008

Animasyon Gecesi: basrolde Monsters, Inc.


Herkese Merhaba,

Bu haftaki gosterimi kucuk bi animasyon gecesi olarak dusunuyorum ve en buyuk yildizimiz; izleyecegimiz film de 2001 Pixar yapimi Monsters, Inc. Filmimizden once de bazi basarili Pixar kisa animasyonlari izleyecegiz. Vaktimiz uygun olursa Pixar'in web sayfasindan Monsters, Inc.'in yapimiyla (aslinda genel olarak animasyonlarin yapimiyla) ilgili kisa sunuma hep beraber goz atmayi da umuyorum .

Tum bunlar henuz ilginizi cekmediyse, filmle ilgili bilgilere gecmeden once yarinki gosterime gelmeniz durumunda ben ve sevginin baklavasini da afiyetle yiyeceginizi hatirlatmak isterim :)) (soz vermistik, biraz geciktik ama olsun:))

Monsters, Inc. benim en sevdigim animasyon filmi. Aslinda son yillarda populerlesen bu alanda donum noktasi filmlerden biri oldugunu dusunuyorum; Shrek ve Toy story ile birlikte. Ancak bircok benzerinden cok daha komik, eglenceli oldugu; hikayesinin ortami ile karakterleri ve senaryosu itibariyle de benzerlerine gore oldukca orjinal oldugu rahatlikla soylenebilir. Konusu ile ilgili hic bilgi vermemenin izlerken alacaginiz keyif acisindan daha iyi olacagini dusunuyorum :)

Monsters, Inc.'in daha once izlemis olanlar icin dahi yeniden izlemeye deger bir yapim oldugunu dusununce, izlememis arkadaslarin cok keyifli bi aksam gecirecegini dusunuyorum. Yarin aksam altinbaklava'da gorusmek uzere...

imdb'de Monsters, Inc.

Saturday, February 23, 2008

!F Ankara Bagimsiz Filmler Festivali

Onumuzdeki hafta Persembe gunu baslayacak olan festivalin biletleri mybilet'de on satisa baslamis. Erkut ile zaten cok onceleri programi inceleyip hangi filmlere gidecegimize karar vermistik, biraz once de aldik biletlerimizi :) Bu arada festival web sayfasi bu sene gercekten cok basarili bir tasarima sahip, gideceginiz filmleri secip bunlari web uzerinden paylasabiliyorsunuz bile. Bizim sectigimiz filmler sunlar:


P.S. Bu gosterimlerde sizleri de aramizda gormek isteriz :D

P.P.S. Bu programa gore Persembe gunu altinbaklava'yi da satacak gozukuyoruz :( Gectigimiz Persembe gunu altinbaklava'yi Carsamba gunune secmeye cok calistik ama pek destek veren cikmadi..

Wednesday, February 20, 2008

Marjane Satrapi'nin Persepolis'i

Altinbaklava'nin donus filmi olarak yarin aksam Marjane Satrapi'nin ayni adli grafik romanindan uyarlanan Persepolis adli Fransiz animasyonunu gosterecegim.

imdb
sony pictures
pantheon graphic novels

P.S. Bu odullu filmin dayandigi grafik roman Minima Yayincilik'tan Turkce'ye de cevrildi..



Radikal2'de yayinlanan Nilay Ulusoy Onbayrak'in Persepolis uzerine kaleme aldigi bir yazi:

Bir genç kız yetişiyor

2007 Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü sahibi tartışmalı film Persepolis, nihayet gösterimde. Film, Marjane Satrapi'nin çok satan çizgi romanından sinemaya uyarlanmış. Gözümüzün çokça alıştığı Amerikan Walt Disney, Pixar filmlerinden ya da Japon animelerinden farklı bir anlayışla gerçekleştirilmiş olan yapım, çocuklardan çok büyüklerin ilgisini çekecek nitelikte.

1969 doğumlu Satrapi'nin özyaşam öyküsünün anlatıldığı Persepolis'in tüm dünyada ilgi görmesinin en önemli sebebi, Satrapi'nin çağdaş bir ailede büyüyen, iyi eğitim almış bir İranlı oluşu. Böylelikle ülkesinde gerçekleştirilen Molla devrimine gerçekçi bir duyarlılıkla yaklaşabilmiş. Feminist, komünist veya ulusalcı pek çok görüşün egemen olduğu modern bir ailede yetişen Satrapi, ilk amacı Şah'ın adaletsiz rejimini devirmek olan İran devriminin, İslamcı fundamentalistlerin elinde nasıl daha baskıcı, yıkıcı ve insanlık dışı bir rejim doğurduğunu, anıları aracılığıyla anlatıyor. Devrimin gerçekleşmesinin hemen ardından başlayan Irak savaşı süreciyle beraber, rejim yanlılarının insanları nasıl sömürdüğü ve her zamanki gibi sömürüden en çok zarar görenlerin yine kadınlar ve çocuklar olduğunu izliyoruz filmde.

Satrapi, İslamiyet kisvesi altında yapılan insanlık ve akıldışı uygulamalardan, özgürlük ve demokrasi adı altında yapılan ikiyüzlü ve yanlı hareketlerden bıkan ailesi tarafından Viyana'ya gönderilir. Burada sıkıntılı ergenlik dönemini atlatmaya çalışırken, evrensel doğru olarak gösterilen Batı Avrupa kültürünün ve toplumlarının tıkanmışlığıyla da boğuşmak zorunda kalır. Hem Avrupa'da hem İran'da yabancı kalan Satrapi, ülkesine geri dönerken özellikle Batı kültürünün unuttuğu ailenin değerini fark eder. Akıllı bir kadın olan büyükannesinin yol göstericiliğinde bir kadın ve bir birey olarak rejimle ve yasaklarla, aşkla ve erkeklerle, peçeyle ve başörtüsüyle sınırlı kalmamaya, doğduğu ve her ne olursa olsun sevdiği ülkede yaşamaya çalışır.

Edebiyattan olduğu kadar çizgi romandan sinemaya yapılan uyarlamalara da her zaman şüphe ile bakıldı. Kendi hayatını anlatan eserini sinemaya uyarlamak ise sanırım Satrapi için epey zor olmuştur. Fakat filmin orijinalliği de buradan geliyor, yazar eleştirmenlere yorum bırakmayacak şekilde, kendi eserini kendisi sinema alanında yorumluyor. Söz konusu durum Persepolis'i çok daha öznel ve dürüst bir film olarak algılamamızı sağlıyor. Pek çoğumuz için komik ve neşeli geçen çocukluk dönemini komedi unsurlarıyla, sıkıntı ve sinir buhranlarıyla geçen ergenlik dönemini ise gerilimli bir aşk hikâyesi eşliğinde veren Satrapi, olgunluğa geçiş yıllarını ise ciddi, duygusal ve mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde yansıtmış.

Persepolis, yazarı başka bir milliyette ve başka topraklarda doğsaydı, samimi bir özyaşam öyküsü olarak şekillenebilirdi. Oysa İran'da doğan bir kadının hayat hikâyesi anlatılırken film ister istemez politik bir hal almış. Fakat Persepolis'in ve Satrapi'nin asıl derdi İran rejimini ya da Avrupa kültürünü eleştirmek değil, bir kadının hayatın içinde kendisine yer aramasını hikâyelendirmek olmuş. Ama bu onu İran hükümetinin sert tepkisininden koruyamamış.

NİLAY ULUSOY ÖNBAYRAK: Dr., Bahçeşehir Üni.

Özlem Bitiyor

Monday, January 7, 2008

Kisa sureligine ara veriyoruz..

Gosterimlerimize final donemi boyunca ara verelim diye kararlastirdik, yakinda tekrar bulusmak uzere..

Wednesday, January 2, 2008

2008'in ilk gosterimi: Ben, Sen ve Digerleri (Me and You and Everyone We Know)

Mehmet ile yerlerimizi degistirince ayagimin tozuyla 2008'in ilk gosterimini yapmak bana dustu. Yarin gosterecegim film Miranda July'in ilk ve simdilik tek uzun metraj calismasi olan Me and You and Everyone We Know. Bu filmin Turkiye'de vizyon sansi bulup bulamadigini tam bilemiyorum. Aykut ile bu filmi sans eseri DVD'den kesfetmistik, ardindan da !f Bagimsiz Filmler Festivali'nde es gectigimizin farkina varmistik.

Yonetmen: Miranda July
Senaryo: Miranda July
Oyuncular: Miranda July, John Hawkes, Miles Thompson, Brandon Ratcliff
Yil: 2005

imdb linki
resmi web sitesi




Yesim Tabak'tan Ben, Sen ve Digerleri uzerine

Birbirinden kopuk gorunen cok sayida karakter kullanmak ve oykuyu paralel bicimde ilerletip sonra kesistirmek, bagimsiz filmlerin sik basvurdugu anlatim tekniklerinden biri. Boylece filmi ortak bir tema etrafinda donen kucuk hikayeciklerle, kucuk fikirlerle doldurmaya firsat cikiyor. Bu bazen lafi dolandirmaktan, koca bir hikayeyi olusturmak icin luzumsuz ara yollara sapmaktan kurtulusun; bazen de dramatik anlamda ilerletilemeyen fikirleri bir kalabalik yaratarak kapamanin yolu. Ya da ikisi birden. Hal boyleyken bize dusen de, o karakterler ve durumlar galerisinde serbest bir gezinti oluyor.

Ben, Sen ve Digerleri'yle birlikte ilk kez uzun metraja el atan Miranda July, "Bir olay orgusu kurup ona bagli kalmak yerine, cesitli karakterler uzerinden kafamdakileri akitabilecegim bir alan yaratmanin daha iyi olacagini dusundum. Hele de senaryo yazmayi bilmedigim dusunulurse..." diyor. Kisacasi Ben, Sen ve Digerleri de soz konusu 'galeri' filmlerinden biri ve gayet hos bir gezinti sunuyor. Sevmek ve sevilmek uzerine bir Amerikan bagimsizi olarak bircok benzerinden ayrildigi nokta, cok kisisel bir sesle konusuyor olmasi, aslinda daha dogrusu, bunu saklamadan etmeden, son derece belirgin bicimde yapmasi. July 'Yazdikca karakterler kontrolumden cikti ve kendi baslarina hareket etmeye basladi' gibisinden hikayecilik demecleri verse, inanmamiz guc olurdu. Kahramanlari hem bir gerceklik hissi birakiyorlar hem de yer yer onun kuklasi gibiler (Biraz 'Miranda'nin dunyasi' durumu). Ben, Sen ve Digerleri, hayatin icine 'damardan' degil, daha metaforik yorumlarla giren bir film. Bu, sevimsiz bir yapayliga donusmedigi gibi, filmde bizzat canlandirdigi performans sanatcisi Christine'in isleriyle de butunlesiyor aslinda. Christine'in film boyunca urettigi isler, iki kisiyi gosteren herhangi bir gorselin uzerine, kendi kendine ikili diyaloglar seslendirmeye dayali.

Soz konusu diyaloglar, iki kisinin birbirini tamamen sarip sarmaladigi bir dunyanin hayalini kuruyor. July'in kendisine, bize ve digerlerine dair bahsettigi, iletisim ve bag kurma ihtiyaci, ve tabii buradan hareket eden korkular, bir adim ileri iki adim geri atmalar. Christine'in bir ayakkabisinin uzerine 'ben', digerine 'sen' yazarak ayaklarini birbirine yakinlastirip uzaklastirdigi sahne, filmdeki hikayelerin ana fikri sayilir. July'in hikayelerinde genellikle, icerisini merak edip zili calmak sonra da kapinin gercekten acilmasi ihtimali karsisinda korkup kacmaya benzeyen iliskiler yasaniyor.

Filmin sevgiye ve cinsellige dayali iletisim debelenmelerini ortaya koyusundaki butun bu naifligini, daha curetkar durumlarla birlestiren bir tavri da var. Cocuklarin cinselligiyle yetiskinlerin cinselliginin karmasik (ve tehlikeli) karsilasmalarindan, hayatini kurtarmak icin kendini yakmak gibi dramatik celiskilerden de bahsediyor. Boylece de herhangi bir 'banliyo kabusu' olmak yerine, insanlarin temel arayislarina gerginlikten uzak, ve bir yerlerden tanidik gelse de son kertede ozgun bir gozle bakmayi basariyor. Filmden geriye kalan his asagi yukari soyle: buruk ve tatli.

Sunday, December 30, 2007

Baklava

Haftaya baklava alması gereken herkesin birbirinden habersiz baklava alması durumunda yaklaşık 20 kilo baklavamız olacağını biliyor muydunuz?

Baklava alınmadığına mı yanalım şimdi. Yoksa devamsızlık alışkanlığına mı.

Özellikle bazı arkadaşlar (bilirler kendilerini) altınbaklava günü sinemaya gidiyorlar. Bu arkadaşlar artık baklava mı alırlar naparlar bilemiyorum.

Wednesday, December 26, 2007

27 Aralık Filmi: Crash(2004)


Bu hafta Deniz'in filmi var, hesabı henüz olmadığı için ben yazıyorum.

Hayatları bir noktada kesişen pek çok kişinin anlatıldığı bir film.
Adından anlaşılabileceği gibi konu araba kazaları etrafında örülü, bu arada ırkçılığa da parmak basmaktan geri durmuyor.
Deniz bu filmi beğenmiş, sizlerin de beğeneceğinizi düşünüyormuş.

Aynı isimli 1996 yapımı filmle karışmasın, bu 2004 yapımı,IMDB sayfası burada.

Thursday, December 13, 2007

Tatil

Altınbaklava bayram tatiline çıkıyor!

Bayramda filmsiz kalmayın!

Jeunet ve Caro'nun City of Lost Children filminin DVD'si sonunda çıkmış. Alın onu seyredin mesela. Ben öyle yapacağım. :)

İyi bayramlar, kucak dolusu sevgiler.

Tuesday, December 11, 2007

Almodovar'dan Sinir Krizinin Esigindeki Kadinlar


Mujeres al borde de un ataque de nervios - Women on the Verge of a Nervous Breakdown

imdb
http://www.festivalonwheels.org/'dan :
Yönetmen: Pedro Almodóvar
Senaryo: Pedro Almodóvar
Kurgu: José Salcedo
Görüntü: José Luis Alcaine
Müzik: Bernardo Bonezzi
Oyuncular: Carmen Maura, Antonio Banderas, Fernando Guillen, Julieta Serrano, Maria Barranco, Rossy de Palma, Kiti Manver
Yapım: Lauren Films, El Deseo
Dağıtım: Hollywood Classics Ltd, 8 Cleveland Gardens, London W2 6HA UK, Tel:+44 20 7262 4646, Fax:+44 20 7262 3242
Ödüller: En İyi Senaryo Venedik, En İYabancı Yönetmen David di Donatello Ödülleri En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Genç Film Avrupa Film Ödülleri, En İyi Film, En İyi Kurgu, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo, En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Goya Ödülleri, En İyi Yönetmen İtalyan Ulusal Film Eleştirmenleri Sendikası, En İyi Yabancı Film Amerika Ulusal Eleştirmenler Birliği, Özel Ödül Amerika Ulusal Film Eleştirmenleri Derneği En İyi Yabancı Film New York Film Eleştirmenleri Birliği, İzleyici Ödülü Toronto

Birçok pembe dizide ve B-filmde olduğu gibi, bu Almodovar klasiğinin adı da hikayenin eksenine "doğrudan giriş", hatta konu özeti niteliğinde. Yani kahramanlarımız gerçekten de sinir krizi eşiğini geçmek üzereler. Dolayısıyla film de, giderek absürdleşen, bir buçuk saatlik bir delilik hali sunuyor bize. Almodovar'ın favori işbirlikçilerinden Carmen Maura, her zamanki rengarenk, çekici kadınsılığıyla Pepa adlı bir aktristi canlandırıyor. Pepa uzun süredir birlikte olduğu sevgilisi tarafından bir telefon mesajıyla terk edildiği ve ona bir türlü ulaşamadığı için deliye dönmüş durumda. Üstelik de hamile. ışin ironik yanı, Pepa'nın başına bir gün içinde öyle şeyler geliyor ki, kendi sinir krizini bir tarafa bırakıp başkalarının krizleriyle ilgilenmek zorunda kalıyor. Bu başkalarına, sevgilisinin eski karısı, oğlu, onun bakire nişanlısı ve bir teröristle ilişki yaşadığı için polislerce aranan yakın bir arkadaşı da dahil. Normallikten hayli uzak biçimde arapsaçına dönen, tesadüf dolu olaylar neticesinde, kadro daha da kalabalıklaşıyor. Tüm bunlar ise bir gün içinde, Pepa'nın teras katındaki dairesinde cereyan ediyor. Bu yüzden Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar, aynı sahneye kapıdan bacadan habire birilerinin girip çıktığı, saçmalıkların gırla gittiği farslara yakın bir yapıda. Gelgelelim film sinemasal bir dinamizme de sahip.

Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar, yönetmenin Arzunun Kanunu, Bunu Hak Etmek İçin Ne Yaptım? filmlerindeki gibi, kitsch dünyasından tatlar barındırmakla birlikte, ortalama seyircinin daha kolay sindirebileceği bir film. Bu da, onun uluslararası anlamda yaygın olarak çok sevilen ve büyük popülariteye ulaşan ilk filmi olmasını anlaşılır kılıyor.

Almodovar'ın karakterlerine sonsuz bir anlayış ve sevgiyle yaklaştığı Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar, melodramatik bir dolu olayın içinden, en lezizinden bir "kendini iyi hisset" filmi olarak çıkıyor. ıspanyol dahi, samimi bir duyarlılığı eşsiz kara mizahıyla buluşturduğu bu komediyle birlikte, sonuna kadar dişi, "yüksek ökçeli" hayatları kutsuyor.
Yeşim Tabak

Wednesday, December 5, 2007

5 Aralık Filmi

Bu haftanın filmi Amores Perros. Türkçemize Paramparça Aşklar Köpekler olarak çevrilmiş. Biraz filmden bahsetmek gerekirse;
Octavio hiçbir amacı olmayan, genç, umursamaz, gerçek bir kaybeden. Erkek kardeşinin karısı Susana'ya tutkuyla aşıktır. Erkek kardeşi Ramiro ise küfürbaz bir serserinin tekidir. Karşı konulamaz yasak bir aşk üçgeni oluşacak gibidir. Bu arada orta yaşlı, başarılı bir editör olan Daniel karısını ve çocuklarını güzel ama sığ ve nevrotik manken Valeria için terk eder. Kader Daniel'in yeni hayat planları karşısında pasif kalmaya hiç de niyetli değildir...Katıldığı bütün festivallerden ödüllerle dönen ve kimilerince milenyumun ilk başyapıtlarından biri olarak nitelendirilen "Paramparça Aşklar Köpekler" İstanbul Film Festivali'nde de gösterilmiş ve büyük beğeni toplamıştı. Meksika'dan karmaşık öyküler anlatan film hızlı temposu, sürükleyiciliği, yüksek tansiyonu ile dikkat çekiyor. Üstelik film yönetmeninin ilk uzun metraj çalışması.

Baklavalarınızı bekliyoruz :D

Wednesday, November 21, 2007

22 Kasım Filmi: What Dreams May Come



Bu perşembe göstereceğimiz film What Dreams May Come. Önemli karakterleri Robin Williams, Cuba Gooding Jr, Annabella Sciorra ve Max von Sydow canlandırıyor.
Ölüp cennete giden kahramanımız Chris Nielson ortamı çok ilginç buluyor, ancak karısının eksikliğini sürekli çekiyor. Gerisini anlatmayayım filmde görürsünüz :)

IMDB Sayfası

Wednesday, November 7, 2007

Yarın: Masumiyet


Selam,
Gökdeniz'den gelen talep üzerine yer değiştirdik. Gerçi film seçerken biraz daha düşünmek istiyordum ama aklımdaki filmlerden ilki olan "Masumiyet"i göstereceğim. Türk sinemasının en iyi 10-20 filmi arasında gösteriliyor. Gösterildiği dönemde çok ilgi görmediğinden seyretmemiş olabilirsiniz. Görüşmek üzere.

Yönetmen: Zeki Demirkubuz.
Oyuncular: Haluk Bilginer, Güven Kıraç, Derya Alabora

Bu Blog Niye Bos

Nerede bu haftanın film sahibi? Bu blog niye boş? Gökdeniz sana lafım.

Olmuyor boyle arkadaşlar. Son güne kalınca filmin ilan edilmesi sıkıntı oluyor. Lütfen filmi bir süre önceden öğrenelim.

Monday, October 15, 2007

Herkese meraba,
Bu persembe izleyecegimiz film icin iki adayim var. Fakat cok da teklif usulu ilerlenmiyor sanirim. Yine de herkesin izlemis olma ihtimaline karsi ben ikisini de yanimda bulunduracagim. Ustune o gune kadar da 'o film olmasin piskolojimi alt ust ediyor', 'bu film olmasin cok eften puften' gibi yorumlar gelirse dikkate alinacaktir.:)


Birinci aday sarsici bir baslangic icin: Requiem For a Dream
cok cok dramatik bir film.
Hubert Selby'nin romanindan, 2000 yılında sinemaya uyarlanan, yönetmenliğini Darren Aronofsky'nin (super bi sekilde)yaptığı tam bir trajedi. Bilincsiz bagililiklarimizin farkindaligini artiracak, cekim teknikleri ve muzigi ile iyice icimize oturacak cok etkileyici bir film



Ikinci aday tipik bir Almadovar filmi: Hable Con Ella (konus onunla)
Izlemediyseniz bile soundtrackini muhakkak duymus, muhtemelen beyenmissinizdir.
Film icindeki sessiz film de dikkate sayan. Ek olarak kime ne hissedecegini bilemiyor insan, sevse bi turlu kizsa bi turlu. Acimasiz yargilayabilme gudusunun gittikce kaybolacagi gunlere ulasmayi bir nebze kolaylastracak bir film.

Ruh halimize gore izleriz birini...
Persembeye gorusmek uzere
muge

Tuesday, October 9, 2007

Altin Baklava 1. Sezon Film Muzikleri

Madem bu haftayi bos geciyoruz o halde bir oneri getireyim dedim; 1. sezonun soundtrack'ini olustursak mi ne dersiniz? :)

Ben ilk sarkidan basliyorum artik devamini birlikte getiririz. Ilk sarki ilk filmimiz Punch Drunk Love'dan olsun:

01. Here We Go - Jon Brion (Punch Drunk Love)


Video:

Friday, October 5, 2007

Altin Baklava Sezon Listesi

Asagida bu sezonun listesine girmek isteyenlerin listesi var. Bize iletilenlerden hatirladigimiz kadariyla yazdik, eger katilmak istemis olup da ismini burada goremeyen varsa, bana yada Utku'ya [bu durumda genel olarak her ikimize de atiliyor, olsun :)] mail atin, hem listeye hem de mail-listesine isminizi yazalim.

1 Emre
2 Deniz
3 Murat
4 Aykut
5 Erkut
6 Burcin
7 Orkunt
8 Ozge
9 Onur Tolga
10 Adil
11 Remzi
12 Ruken
13 Muge Cavdaroglu
14 Ali Emre
15 Gokdeniz
16 Utku
17 Semra
18 Can
19 Sevgi
20 Oral

Thursday, October 4, 2007

Çekiliş Talihlileri

Herkese merhaba,
Altınbaklava yeni dönem çekiliş sonuçlarının ilk kısmı belli oldu. Sonuçlar şöyle:

1. Hafta -- Müge
2. Hafta -- Ali Emre Turgut
3. Hafta -- Gökdeniz
4. Hafta -- Özge
5. Hafta -- Adil
6. Hafta -- Onur Tolga

Hepimize hayırlı olsun :)

Monday, October 1, 2007

Altın Baklava İkinci Sezon

Altın Baklava ikinci sezonuna bu hafta merhaba diyelim.

İlk film olarak geçen sezon finali olan Frank Miller'in Sin City filmi bu Persembe 18:00 de A-101'de.

Persembe günü kura çekimi de yapalım programı belirlemek için geleneksel olduğu üzere. Lütfen perşembe günü gelemeyecek olan varsa içimizde haber ulaştırsın bu sezon da katılacağını Altın Baklava'ya, onu da kuraya dahil edelim.

DEĞİŞİKLİK

Bu hafta perşembe günü pek uygun değil çoğumuza sanırım. O yüzden bu haftaya özel birinci sezon finalini Çarşamba günü (Yarın) yapacağız. 18:00'de A-101'de buluşalım.

Thursday, August 9, 2007

9 Ağustos Gösterimi (Sin City)


Bugunkü filmimiz Frank Miller'ın Sin City'si. Birkaç seçenek arasından bunda karar kıldım. Umarım beğenirsiniz.

Plot: "Sin City" is infested with criminals, crooked cops and sexy dames, some searching for vengeance, some for redemption and others, both. The film incorporates storylines from three of Miller's graphic novels including 'Sin City,' which launched the long-running, critically acclaimed series, as well as 'That Yellow Bastard' and 'The Big Fat Kill.' Where Hartigan, a cop with a bum ticker and a vow to protect stripper Nancy. Marv, the outcast misanthrope, is on a mission to avenge the death of his one true love, Goldie; there's also Dwight, the clandestine love of Shelley who spends his nights defending Gail and her Old Towne girls from Jackie Boy, a dirty cop with a penchant for violence. Written by Austin4577@aol.com

Wednesday, August 1, 2007

2 Ağustos Gösterimi

Merhaba,

Yarınki film gösterim için François Ozon'un "8 femme" adlı filmini seçtim. Filmde bir evin içinde geçen bir cinayet aydınlatılmaya çalışılıyor. Agatha Christie romanları tarzında bir film.
Filmin imdb linki : http://www.imdb.com/title/tt0283832/

Bu arada yarın bir aksilik olmazsa baklava borcumu da ödemeye çalışacağım. :).

Görüşmek üzere,
semra.

Sunday, July 22, 2007

Altin Baklava Sountrack Albumunden - I

We're All in the Dance
~ Feist (Paris, je t'aime OST, 2006)
sozleri icin



8 Mart'ta Onur Tolga'nin sectigi Luis Buñuel'in son filmi Obscure object of my desire'i izleyecektik ancak elde olmayan teknik bir problemden (Ismet oluyor bu :P) dolayi bu gosterim o gun gerceklesemedi, yerine 20 unlu yonetmenin Paris temali 20 kisa filmden olusan bir antolojiyi, Paris, je t'aime'yi izledik. Filmin finalinde bu kisa oykuler, Feist'in o duygu yuklu sesiyle soyledigi, hem Fransizca hem de Ingilizce versiyonlari olan bir sarkiyla birbirine baglaniyordu...



P.S. Altin Baklava 1. Sezon'un sonuna yaklasirken ve son iki haftayi da bos gecirmisken boyle bir sey aklima geldi, belki ileriki gunler de devam da ederim, bugunluk bu kadar..

Aykut

Wednesday, July 4, 2007

Bu haftaki film: Ferzan Ozpetek'ten Cahil Periler


Fate ignoranti, Le (2001)
advertisement

AIDS doctor Antonia's husband is killed by a car. She gets depressed until she learns he had been cheating on her with a man. Following her newly born curiosity for life, she goes to see her husband's lover, Michele, and finds a huge apartment that he shares with gay and transgendered friends, including a Turkish immigrant and a prostitute. Antonia is reluctant to tell these people of her relationship to the dead man, but needs prompting to move on to a new phase of her life Written by Sujit R. Varma.

Thursday, June 21, 2007

Wednesday, June 20, 2007

Cekilis Sonuclari

Dun yaptigimiz cekilis sonucunda asagidaki tablo ortaya cikti.

21 Haziran : Can
28 Haziran : Ozge
5 Temmuz : Emre
12 Temmuz : Ali Emre
19 Temmuz : Semra
26 Temmuz : Ruken

26 Temmuz'daki sezon finali icin de bir guzellik dusunmeye basladik. Ilk gelen oneri (Murat'tan) sezonu kapatacak film sahibinin bizler icin birseyler hazirlamasi. Tabi baska onerilere de acigiz...

Wednesday, June 6, 2007

Bicentennial Man


Bu hafta, daha önce televizyonda izlediğim ve çok beğendiğim bir film olan Bicentennial Man'i izleyeceğiz. Film Isaac Asimov'un aynı adlı öyküsünden uyarlanmış ve Asimov'un öykülerindeki havayı iyi yakalayabildiğini düşünüyorum. Bilim-kurgunun makinelere değil, insana dönük yüzünü anlatıp makina-insan sınırını sorguluyor. Süresi boyunca, bir robotun insan olma macerasına tanık oluyoruz. Tıpkı Asimov öykülerindeki gibi, sürprizlerle bezenmiş ama kötü ve gerici sürprizlere yer vermeyen, cidden tadında olmuş bir film.

imdb sayfası: http://www.imdb.com/title/tt0182789/

Tuesday, May 29, 2007

Amadeus (1984)


Gokdeniz'le gosterim siralarimiz degistik ve bu hafta benim cok sevdigim bir filmi, Amadeus'u izleyecegiz. ODTU'de Muzik Tarihi dersi alanlar buyuk olasilikla filmi izlemislerdir, ben de ilk kez bu derste izlemistim.

Amadeus 1984 yapimi 8 oscarli bir film. Hem senaryosu hem de oyuncularin performansi cok basarili. Film imdb'de drama/music olarak yer alsa da komedi unsurlarinin filme katkisi yadsinamaz. Filmde trajik oyku, Oscar kazandiran bir yonetmenlik ve mukemmel muziklerle sunuluyor. Filmi izledikten sonra Mozart'in sanatina bir kez daha hayran kalmamak elde degil...

"Amadeus. The man. The music. The magic. The madness. The murder. The mystery. The motion picture."

Benim en sevdigim filmlerden biri; izlemeyenlerin begenecegini, izleyenlerin ise tekrar izlemekten tekrar izlemekten pisman olmayacagini umuyorum. Persembe'ye gorusmek uzere...

imdb linki

Burcin :))


Tuesday, May 22, 2007

Gwoemul (The Host, Yaratik)

Gecenlerde birileri daha hic korku filmi gosteren olmadi diye konusuyordu. Ben de bu istegi goz onunde bulundurup ama altin baklava'nin bugune kadar olan alternatif ruhunu da bozmadan 2006 Guney Kore yapimi Gwoemul (The Host, Yaratik) adli filmde karar kildim.

Joon-ho Bong'un bu 3. uzun metrajli filmi, gumbur gumbur gelen Guney Kore sinemasinin son gozdelerinden biri. Ulkemizde Bagimsiz Filmler Festivali'nin gece yarisi kusaginda gosterimleri yapildi ancak genis vizyon sansi da bulacak mi bilmiyorum.

Neyse oncelikle Turkce cevirisinde kullanildigi gibi korku filmlerinin yaratik filmleri kategorisine giriyor bu film. Boyle olunca da yaratigin kendisi de onem kazaniyor. Bu noktada verecegim bilgi yaratigin tasarimi ile ilgili.. Ozel efektler ve yaratigin tasarimi, Yuzuklerin Efendisi uclemesinin gorsel efektlerini yapan Yeni Zellandali sirket Weta Workshop'in elinden cikma.

Iste biraz klise olacak ama dogaya atilan zararli kimyasallar yuzunden mutasyona ugramis bir yaratik soz konusu olan. Aslinda karnini doyurmaktan baska kotu niyeti olmayan bu yaratigimiz, mesken belledigi Seul'deki Han nehri boyunca en cok insan etini sevmis olacak ki buldugu insanlari kendine kurban seciyor. Oyku de yaratigimizin boyle yemeeek!!! olarak avladigi bir ailenin kucuk kizini kurtarmaya calisan Park ailesinin cabalari etrafinda sekilleniyor.

Soguk savas sirasinda Hollywood'da cekilen cogu bilimkurgu filmi icin o filmlerdeki uzaylilarin veyahut canavarlarin komunizm'i temsil ettigi savi cokca dile getirilir. Joon-ho Bong'un filmi bu bakimdan rolleri degistiriyor diyebiliriz. Her ne kadar yonetmen politik olmaktan kacindim dese de filmi izlediginizde sizler de goreceksiniz, bu film de alt metin okumalarina cok acik (bu not Emre icin :D).

Bir ufak not da "Ben korkarim korku filmi izlemem." diyenler icin; Gwoemul korkuttugu kadar gulduren de bir film olmus. Taylan biraderlerin (kotu) filmleri Okul filmi icin kullanilan korkunc-komik tanimlamasi bu filme cuk oturuyor. En trajik anlarda bile oyle ufak seyler oluyor ki yuzunuzde istemeden bir tebessum olusuyor.

Boyle iste, Persembe gunu bulusmak uzere...

Aykut

imdb linki


Thursday, May 3, 2007

The Party (1968)

Hayat Treninden daha zevkli bi filmdir umarim. hep birlikte gorucez.

Peter Sellers plays Hrundi V. Bakshi, a clutzy Indian actor, who is kicked off the set of a Hollywood movie in which he's little more than an extra anyway. By mistake, he gets invited to the director's lavish Hollywood party, where he stumbles his way around and wreaks havoc.


sevgi

Thursday, April 26, 2007

Stalker - 1979


Esasen size hayat trenini ya da good bye lennin(bye bye da olabillir :) ) izletmek istiyordum ama ilkini bulamadim, ikinciyi ise arakdastan alamiyorum :(
bunun uzerine siz azcik yoracak anlamaya kasmasaniz ii edeceginiz bi filmle basbasa birakiyorum,
asagida imdb'den film ve yonetmenle ilgili yorum var bi bakin isterseniz daha once izlemeye cok niyetlendim ama kismette hepberaber izlemek varmis(bah bah bah)

film hk.
Near a gray and unnamed city is the Zone, an alien place guarded by barbed wire and soldiers. Over his wife's numerous objections, a man rises in the dead of night: he's a stalker, one of a handful who have the mental gifts (and who risk imprisonment) to lead people into the Zone to the Room, a place where one's secret hopes come true. That night, he takes two people into the Zone: a popular writer who is burned out, cynical, and questioning his genius; and a quiet scientist more concerned about his knapsack than the journey. In the deserted Zone, the approach to the Room must be indirect. As they draw near, the rules seem to change and the stalker faces a crisis.
yonetmen hk.
first of all, we must all know that, tarkovsky is not for all. his poetic understanding of life and human and putting this understanding to his movies is unique in the world for my opinion. one of the most poetic and philosophical movies of him, Stalker is that kind of movie. it is like a poem written with objects. we must feel before we try to understand.
opening sequence of film contains some kind of expressionist objects with related the moral and inner conditions of the people living in the town . the "dirty" black and white take gives the viewers ,the mood of people having nothing to live, nothing to believe and nothing to give others.and the aggressive green take in the "zone" gives another vision of the life. the camera moves very slow to make us to go into to film and feel the film. tarkovsky's usage of objects and colours is very different and that is why i think he was a cinema poet. on the other hand, in addition to this "poem written with objects", the film also has very deep philosophical content. what is life,what is human, what is goodness, what is selfishness, what is devotion, what are the bases of our civilizations etc. and people are made to think all these things, not mostly with dialogs but with objects and colours and complete vision. for example, the three objects shown while the camera goes into the water ,but actually to the heart of human being and we see one cringe, one gun and one religious icon. and these are the metaphors of the human civilizations for my opinion. and all the journey into to the "zone" and finally "room" , actually done into the human being. into our selfishness,into our subconsciousness, our badness,our goodness, our weak and strong parts. actually i can feel that , the things searched in this movie are our lost innocence . the stalker is the only people who believes something and needs to believe .and actually the journey itself is a fake. to go to the truth,faith,justice, goodness are being related with innocence in that movie. the microcosms shown poetically in the water is another metaphor shows human being's selfish behaviour. because human, destroys the things,destroys the innocence, destroys the world living around them.our today's civilization broke our strong cooperation with nature and changed this relationship to a nature disaster. the movie gives the message of the need of mercy to all the living and even non-living things in our nature. because human being's salvation is only related with that. and the need of hope, need of believe is human being's basic needs. and our modern world destroyed all the hopes and believes. the movie contains metaphors making us to feel and think about those needs.and the most critical thing is felt in the film that self-denial is the basic need in our world.and unfortunately this value is lost and needed to be re-gain. i can tell about all the metaphors in the movie but no need. because every person understand those things different like kafka's novels. and we just need to watch the movie with no prejudice but with open heart. i recommend this film to all the cinema-lovers. i recommend also not to try to understand this film. only leave yourself to this great poem and it will give you all you need.

Sevgiler

Sevgi


Sevgi'nin filmi

Sevgi'nin filminin ne oldugunu halen ogrenememis bulunmaktayiz. Burcin, Ismet, Aykut, Erkut, Remzi aksamki gosterime gelemiyorlar. Burcin filmi ertelemeyi onerdi. Ben cok eksik olmazsak (mesela 8-9-10'u tamamlarsak) filmi izleyelim diyorum. Aksam kimler geliyor?

-emre

Wednesday, April 18, 2007

Twin Peaks: Fire Walk with Me (1992)


Bu hafta Altın Baklavada :

Aslında aradığım filmi bulamamanın hayal kırıklığıyla biraz da değişik filmlere bakındım ve karşıma bu film çıktı. İkiz Tepeler adlı dizinin bitiminin ardından çekilen film, hikaye olarak bu dizinin öncesinde geçiyor. Amaç olarak dizideki sorulara cevap vermesi gibi bir özelliği olsa da okuduğum yorumlar bu filmin de tam bir David Lynch filmi olduğu yönünde. Yani diziden bağımsız da izlenebilir olduğu. Ve hatta bu filmi izledikten sonra tekrar İkiz Tepeler dizisini izlemeye karar verenler olmuş. Kim bilir, bir de bu diziyi arşivlerimize katmaya uğraşırız. Birlikte izleyerek kafamıza takılan sorulara tatlı tatlı cevaplar bulacağımızı ümit ediyorum :). Perşembe görüşürüz.

Wednesday, April 11, 2007

Kungfu Hustle(2004)


Kungfu Hustle(2004)

Bu hafta; 2004 yapımı, Stephen Chow'un yazıp, yönetip, oynadığı komedi-aksiyon tarzı Kungfu Hustle filmini seyredeceğiz. Honkong yapımı 17 ödülü, 26 adaylığı bulunan bu filmin konusu kısaca şöyle: Sing arkadaşı ile birlikte yollarını bulmaya çalışan serserilerdir, kendilerini bir anda Timsah çetesi ile bunlara karşı gelen bir grup Kungfu ustasının arasında bulur.

Shaolin Soccer filmi ile tanıdığımız Stephen Chow yönetmenlik yetenekleri ile dikkat çeken bir isim.

İsmet YALABIK

Thursday, March 29, 2007

Artık Baklava Yesek...

Arkadaşlar liste aşağıdaki gibi 6 çarpı 2. kg baklava ediyor ama hala tık yok.
Bu akşama bekliyoruz ona göre. A301den (maya, fatih, mehmet remzi) bugün için
baklava çıkar kanısındayım.

  • Murat Yukselen X
  • Gokdeniz Karadag X X
  • Hande Celikkanat /
  • Ali Emre Turgut X X
  • Fatih Gokce X
  • Maya Cakmak X
  • Ozge Oztimur /
  • Mehmet Remzi Dogar X
  • Can Erogul X /
  • Orkunt Sabuncu /
  • Utku Erdogdu /

ps. fıstıklı olsun.

--ismet...

Sunday, March 25, 2007

When Harry Met Sally


29 Mart 2007 günündeki altıncı Altın Baklava gösteriminde Rob Reiner'in When Harry Met Sally adlı filmini izliyoruz.

Film 1989 yapımı. Rob Reiner'in en güzel filmerini yaptığı dönemde çıkarttığı, belki de en güzel filmi.

Bu filmden önce Rob Reiner River Phoenix, Kiefer Sutherland ve Richard Dreyfuss'lu Stand By Me ve fantazi dünyasında geçen bir film olan The Princess Bride filmlerini yönetmişti.

When Harry Met Sally'nin senaryosu Hollywood'da yeni yeni parlamaya başlayan, Merly Streep'i üne kavuşturan Silkwood ve yine Merly Streep ve Jack Nicholson'ı bir araya getiren Heartburn filmlerinin senaryolarını yazan, Silkwood ile Oscar adayı olan Nora Ephron yazmıştı.

Film New York'lu bir çiftin onyıllara yayılan ilişkilerini anlatan bir romantik komedi olarak kurgulanmış. Senaryonun tamamı Ephron'un kaleminden çıkmış olsa bile yapım aşamasında Rob Reiner ile birlikte çalışıyorlar. Ephron'un filmdeki kadın karakter Sally Albright'ı kendinden yola çıkarak, erkek karakter Harry Burns'ü ise Rob Reiner'dan yola çıkarak yarattığı biliniyor. Filmdeki Sally Albright rolünü Top Gun ile ilk defa tanınan genç Meg Ryan'a, Harry Burns rolü ise televizyondan sinemaya yeni geçen, Rob Reiner'ın bir önceki filmi The Princess Bride'da birlikte çalıştığı Billy Crystal'a verildi.

Film 16 milyon $'a maloldu. 2.5 ay gibi bir sürede büyük çoğunlukla New York'da gerçek mekanlarda çekildi. Zamanı için bir blockbuster film sayılabilirdi.

Film bir çok açıdan büyük bir başarı oldu. Meg Ryan ve Billy Crystal filmde çok uyumlu ve başarılılardı. Harry ve Sally çiftinin ilişkilerini çok gerçekçi bir şekilde ekrana yansıttılar. Senaryo da klasik romantik komedi kavramlarının bir miktar dışında kalıyordu bir çok açıdan. Film R kategorisinde sinemalarda gösterildi (yani 17 yaşından küçüklerin bir yetişkin eşliğinde izlemeleri gerekmekteydi) bunun en nedeni filmin Harry ve Sally'nin ilişkilerini ve aşka bakışlarını anlatırken bir orta çağ peri masalı tarzını takip etmekten çok, şehirli modern bireyin bakış açısıyla bağlılık, aşk, seks ve bireysellik arasında giden hayatını gerçekçi ve samimi bir şekilde ekrana taşımasıydı.

Film ilk hafta sonunda 1 milyon $, toplamda Amerika'da 90 milyon $ hasilat yapti. Filmin dünya hasılatı, video kaset gelirleri ve DVD gelirleriyle 200 milyon $ civarına ulaştı.

Film en iyi komedi/müzikal film, en iyi yönetmen, en iyi komedi/müzikal erkek oyuncu, en iyi komedi/müzikal kadın, en iyi senaryo dallarında 5 dalda Altın Küre adaylığı aldı ama hiç bir dalda ödüle ulaşamadı. En iyi özgün senayo Oscar'ına aday gösterildiyse de bu ödülü de alamadı. Nora Ephron'un senaryosu bir BAFTA ödülüyle yetinmek durumunda kaldı.

Filmden sonra Rob Reiner Hollywood'un en başarılı yönetmenlerinden biri olarak anılmaya başladı. Misery ve A Few Good Man ile kariyerinin zirvesine çıktı Reiner.

Nora Ephron Hollywood'un en çok aranan senaryo yazarlarından biri oldu. Sleepless in Seatle ve You've Got Mail filmlerinin senaryoları ile bu türde devam etti. Bu filmleri hem de yönetti. Sleatless in Seatle ile bir Oscar adaylığı daha aldı.

Meg Ryan bu filmle birlikte özellikle romantik komedilerde aranan bir kadın oyuncu oldu. Nora Ephron ile Sleepless in Seatle ve You've Got Mail filmlerinde tekrar çalıştı.

Billy Crystal'in kariyeri de bu filmle çıkışa geçti. O Ryan kadar aktif olmasa da, bir miktar daha seçici davransa da rol seçimlerinde komedi filmlerine bağlı kaldığı söylenebilir.

Filmi ben 90'ların başında ilk defa seyretmiştim televizyonda. Yukarıda yazdığım filmin kadın erkek ilişkilerine samimi ve gerçekçi bakışını çok sevmiştim. İlişkilerin, özellikle kadın erkek ilişkilerinin, hem duygusal boyutu hem de bireylerin kendi hayat görüşlerinden etkilenen karmaşık bir yapısı olduğunu göstermesi açısından filmin bende hep özel bir anısı oldu. Hala en sevdiğim aşk filmi olarak bu filmi gösteriyorum.

Geçen haftalarda dile getirilen biraz daha neşeli, hafif bir film seyretme arzusu ve Ali Galip'in bir David Cronenberg filmi göstermesi sonucu (ben de David Cronenberg'in The Fly filmini düşünmüştüm ilk olarak) bu filmde karar kıldım. Bir kısmınız televizyonda seyretmiş olabilirler ama televizyonda dublajla biraz özünü kaybettiğini (bir çok film gibi) düşünüyorum. Ayrıca hafif neşeli bir film olma ile derin tespitler yapmayı aynı potada birleştirebildiği için seyretmeyenlerin seveceğini, seyredenlerin de bir daha görmek isteyeceğini sanıyorum.

Bu arada son olarak filmle ilgili iki not vereyim. Birincisi filmin soundtrack'i. Filmin gerçekten güzel müzikleri var. New York ortamına uygun. Liste şu şekilde1. "It Had to Be You (With Big Band And Vocals)" (Isham Jones, Gus Kahn)
2. "Love Is Here To Stay" (George Gershwin, Ira Gershwin)
3. "Stompin' At The Savoy" (Benny Goodman, Chick Webb, Edgar Sampson, Andy Razaf)
4. "But Not For Me" (G. Gershwin, I. Gershwin)
5. "Winter Wonderland" (Felix Bernard, Dick Smith)
6. "Don't Get Around Much Anymore" (Duke Ellington, Bob Russell)
7. "Autumn In New York" (Vernon Duke)
8. "I Could Write A Book" (Lorenz Hart, Richard Rodgers)
9. "Let's Call The Whole Thing Off" (G. Gershwin, I. Gershwin)
10. "It Had to Be You (Instrumental Trio)" (Jones, Kahn)
11. "Where Or When" (Hart, Rodgers)

Soundtrack'deki tüm şarkılar Harry Cornick Jr. ve grubu tarafından seslendiriliyorlar. Caz sevenler için çok güzel albüm. Beni de caza biraz da olsa ısındıran bir albümdür. Bulursam evde mp3'lerini paylaşacağım sizlerle.

Filmde de bu soundtrack parçaları dışında genelde caz ve 40'lar-50'ler müziğünden (Sinatra gibi) örnekler fazla miktarda.

İkinci not da filmin yardımcı kadın oyuncusu Star Wars'da Prenses Leila olarak seyrettiğimiz Carry Fisher.

Perşembeye gösterimde buluşmak üzere.

Tuesday, March 20, 2007

Altın Baklavada Bu Hafta...

Herkese Merhaba,

Bu haftaki gösterimimizde 1999 yapımı, bir David Cronenberg filmi olan eXistenZ izleyeceğiz. Filmden çok kısa bahsedecek olursam:

Günün birinde oyunlar öyle gelişir ki, insanlar özel organik gamepadleri kendi vücutlarında açtırdıkları özel bioportlara takarak hayal görüyormuşcasına oyunun içerisinde kendisi oynar. Filmimizde dönemin en önemli oyun yapımcılarından birisinin başından geçenler anlatılıyor.

97 dakikalık bir film. Başrollerde Jude Law ve Jennifer Jason Leigh oynuyor.

Filmin imdb adresi:
http://www.imdb.com/title/tt0120907/

Son olarak söylemek istediğim, filmin tarihi yanlış yazılmış, 21 Mart değil 22 Mart olacak, yani Perşembe günü : )

İyi seyirler...

Ali Galip

Friday, March 16, 2007

Cekilis sonuclari

21 Mart : Ali Galip
28 Mart : Utku Erdogdu
4 Nisan : Ismet Yalabik
11 Nisan: Murat Yukselen

ps: Ismet sikecilik nasil gostere gostere yapilir, gosterdin, helal olsun (kendi ismini cekti de..)

Dunku gosterimde, filmler biraz agir oldu, daha hareketli daha neseli biseyler istiyoruz diyenler oldu, hatirlatalim. Izleyici daima haklidir.

Simdi carpilari da update edelim...

Thursday, March 15, 2007

Cekilisler bugun

Arkadaslar, onumuzdeki 4 haftanin cekilislerini yapacagiz bugun. Gecen hafta kimlerin carpi yedigini hatirlamiyoruz. Gecen hafta altin baklava gosterimine gelmeyenler (Onun hoca'nin filmine), bu post'un altina comment yazsin, bana mail atsin, altinbaklava@ceng'e mail atsin.

Ayrica buradan gecen hafta baklavalari alanlara tesekkur ederiz. Cok guzellerdi. benim midem kotuydu gerci yiyemedim, ama olsun. Cevizli alarak sesini cikaran azinliklari, kaymakli alarak ise, sessiz azinliklari gozettiler, sagolsunlar.

Ayrica bir suru carpi var http://altinbaklava.blogspot.com/ 'da. Bu aksamki cekilisleri de baklava ile taclandiralim.

Aksam gorusuruz,

-emre

Tuesday, March 13, 2007

15 Mart Filmi: Der Untergang (Cokus)

Altin Baklava film gosterimleri kapsaminda farkli turlerden filmler
izlemek taraftariyim. Gecen hafta Onur Tolga'nin sectigi Obscure Object of My Desire, Dunya Kadinlar Gunu'nun gazabina ugramasaydi (bunda tabi Ismet'in de payi var) surrealist bir film izleyecektik. Neyse, onun yerine Aykut'un sayesinde Paris temali kisa filmler seckisi izlemis olduk. :)

Bu haftaki gosterim icin de yine farkli bir tur secmek istedim, ve 2004 yapimi bir ikinci dunya savasi filmi olan Der Untergang (Cokus)'i sectim. Adindan da anlasilacagi uzere film Alman yapimi. Yonetmen koltugunda daha onceki filmi Das Experiment ile de cok konusulan Oliver Hirschbiegel var. Film genel olarak ikinci dunya savasinin son gunlerinde Hitler'in Berlin'deki siginaginda yasananlari konu ediniyor.

Herkese iyi seyirler.

IMDB linki

Wednesday, March 7, 2007

Baklava

Cogunluk diktasi rejimini uygulayarak, baklavalarin tumunun FISTIKLI olmasini saglamaya calisiyorlar. Azinliklarin da soz hakki olsun diyorsaniz, yarisi fistikli yarisi CEVIZLI olsun diyorsaniz, siz de sesimize ses katin :)

Wednesday, February 28, 2007

The Danish Poet

Torill Kove imzali bu Kanada yapimi kisa animasyon bu sene Oscar heykelcigine kavusan animasyon filmi olmus.

Asagidaki linklerden birinden bu (adi ustunde siirsel) kisa filmi izleyebilirsiniz:

Link 1 - [yuksek kalite]
Link 2 - [dusuk kalite]

8 Mart Filmi: Cet obscur objet du désir, Obscure object of my desire


8 Mart'ta film olarak Luis Buñuel'in 1977 yılında çektiği son filmi "Obscure object of my desire"'ı seçtim.

Wikipedia bağlantısı
IMDB
Youtube trailer

Film genel olarak erkek ve kadının arzuları, cinselliği ve tutkuları üzerine uçuk bir film. Seyredeli çok oldu ama çok keyif aldığımı hatırlıyorum.

Küçük bir not: filmin en belirgin özelliği başrol kadın karakteri iki farklı oyuncunun oynaması. Birçok kişi bunu aynı kadının farklı ruh hallerini yansıtmak için yönetmenin bir seçimi olduğunu düşünüyor (ben de bugüne kadar öyle düşünüyordum). Ama başrol oyuncusunun filmi yarıda bırakması sonucu yönetmen filmi başka bir oyuncu ile tamamlamış. Ama işin ilginci tabiri yerindeyse "cuk oturmuş".

Başka küçük bir not: Filmin ele geçirilmesini olanaklı kılan Erdem biraderlere teşekkürü borç biliyorum.

İyi seyirler.

--
Onur

Monday, February 26, 2007

Fear and Loathing in Gonzovision

1978 yili bbc yapimi bir Hunter S. Thomspon belgeseli...cok once bir yerden bulup indirmistim ama izleme firsatim olmamisti, bugun google video'da yine karsima cikinca buraya da yazayim dedim...bu arada izlemeyenlere de Terry Gilliam imzali Fear and Loathing in Las Vegas'i izlemelerini oneririm..

http://en.wikipedia.org/wiki/Hunter_S_Thompson
http://www.imdb.com/title/tt0120669/

Hunter S. Thomspon, Subat 2005'de favori yazari Ernest Hemingway gibi kendi tufegiyle hayatina son verdi. Bu vesileyle bu kendine has yazari anmis olalim; onun serefine gelsin, The Doors soyluyor Riders on the Storm...



Friday, February 23, 2007

Children of Men::Banksy

Dun filmi izlerken bir sey gozume carpmisti, bugun o sahneyi tekrar izleyip emin oldum, sizlerle de paylasayim istedim..

Theo'nun amca oglunu ziyarete gittigi binada arka planlari unlu sanat eserleri susluyordu; Pink Floyd'un domuzu, Picasso'nun Guernica'si (bu arada aranizdan biri aldiysa yerine birakabilir mi kupami? :P) ve Michaelangelo'nun David'i gibi.


Emin olamadigim ise asagida gozuken graffitinin Banksy'nin calismalarindan biri olup olmadigiydi. Bugun dikkatli bakinca emin oldum, meger gercekten de gordugum onun opusen polisleriymis :)

Banksy, deyim yerindeyse gerilla taktikleriyle isler cikaran ve gercek kimligini gizlemeyi basaran ilginc bir graffiti sanatcisi. Asagida linklerini verdigim kendi web sayfasinda ve ilgili wiki maddesinde daha detayli bilgi ve diger calismalarindan ornekler bulabilirsiniz.

Usenenler icin bir diger yol ise Mehmet'in bize Banksy'i tanitici kisa bir yazi yazmasi, degil mi Mehmet? :)

http://www.banksy.co.uk/
sayfasina girisi kapatmis, ama demokraside careler tukenmez degil mi? Alt linkler hala calisiyor :) mesela surdan baslayabilirsiniz:
http://www.banksy.co.uk/outdoors/index.html

http://en.wikipedia.org/wiki/Banksy

Baklava acik arttirimlari

Bir turlu karara baglayamadik. Yavas yavas zamani geldi. 1 kiloda kac baklava tanesi vardir noktasinda takilip kaldik.

Soyle oneriyorum: iki kilo baklava agzimizi tatlandirmaya yeter. Insanlar toplanip 6 cizik ('/') 'e ulasinca iki kilo baklava alip gelsinler. Arabasi olmayanlara yardimci oluruz, nitekim ben baklavaya altin demem, Hacibaba'dan alinmayinca.

Mesela onumuzdeki hafta, Ali Galip (X), Murat (X) ve de Umut (X) birlesip agzimizi tatlandirabilirler.

Blog yazmak guzelmis, bana cevap atin, karara baglayalim su olaylari

-emre

2. inci gosterime gelmeyenler

yavas yavas baklavalar gelsin artik, dun gelmeyip de benim gozumden kacmayanlar :)

1- Ali Emre Turgut (Hasta oldugunu iddia ediyor, ama dun onu Migros'ta gezerken gorenler var)
2- Gokdeniz Karadas ('Adminim, kimse bana dokunamaz' diyor, cok gorduk biz bunlari)
3- Can Erogul (Hem admin kardeslerine hem de kardes kardeslerine biraz abilik yap)
4- Umut Erogul (iki seferdir gelmiyorsun, bu son uyarimizdir)
5- Ali Galip (soyadini ogrendim ama yazmayacam)
6- Murat Yukselen (bak ya, bak ya)
7- Ismet Yalabik (seni anlayisla karsiliyoruz, bununla birlikte baklavani yemekten mutluluk duyacagiz)

Tuesday, February 20, 2007

The Simpsons Movie Trailer #3

3. trailer da gun yuzune cikti :)



High definition hallerini de iceren diger tum fragmanlar icin:
http://www.apple.com/trailers/fox/thesimpsonsmovie/

Monday, February 19, 2007

ikinci gosterim: Children of Men




ikinci haftaki gosterim icin "Children of Men" i sectim. Yonetmenligini "Harry Potter and the Prisoner of Azkaban" i da yoneten Alfonso Cuarón' un yaptigi film aksiyon, macera ve drama yonunden yeterli denilebilecek bir bilim kurgu. P.D. James’in romanindan uyarlanan film 2027 Londra'sinda geciyor ve 18 yildir yeni bir bebegin dogmadigi bir dunyayi konu aliyor.

Filmi gecen gosterimden once belirlemistim ama gelecek program seklinde fragman gosterimi yapmayi unutmusum. bu durumu burada telafi etmek istedim ve fragmani da ekledim.

simdiden herkese iyi seyirler...

Thursday, February 15, 2007

Ilk Gosterimin Ardindan..

Ilk gosterimimizde 14 kisiydik (asagidakiler ve ben :D). Kayda gecsin, sonra sayimi yapariz...

The Silent City

Bir kisa film de benden gelsin: The Silent City, Ruairi Robinson

Asagiya filmin youtube videosunu gomdum, ama size onerim yuksek cozunurluklu halini izlemeniz. Tek bir elden cikma (eleman websayfasinda su sekilde belirtmis: I wrote/directed/edited/ storyboard this and did 95% of the visual effects myself) bir film icin oldukca profesyonel bir sonuc ortaya cikmis diyebilirim. Kullanilan gorsel efektler filmde onemli bir yer tutuyor. Bu yuzden yapimla ilgili bilgiler veren bir linkte de verdim. Bu arada filmde tanidik bir simanin da kisa bir rolu var (gecen haftaki gosterime gelenler hemen cikaracaktir).



The Silent City - High Definition (1280x545 quicktime - 378MB)
The Silent City - Visual effects (quicktime - 84 megs)

Wednesday, February 14, 2007

Blog

7. Sanat çok önemli tabi. Ben baklava için katılıyorum ama aslında itiraf edeyim. Yarışmacı arkadaşlara başarılar dilerim.

Dün farketttim de en son ne zaman sinemaya gittiğimi bile hatırlamıyorum. Bu SEM beni böyle yaptı işte. Neyse yakın zamanda döneceğim sahalara.

IF Ankara

Benim sinemaya gittigin arkadaslardan biri hazirlamis bilgilendirmis, sizlede paylasiyim dedim; hatta bu vesile ile 1 mart gosterisini ertelemeyi talep ediyorum; hic olmadi raporlu sayilmak isterim
saygilar
umut;

http://www.ifistanbul.com/If_Ankara.aspx

1 Mart Persembe
19.30 - Tepetaklak Nelson (imdb:7.5)
-- Gitmek istedigim filmlerden.Basroldaki adam da bu sene
oscarlarda bu filmle en iyi erkek oyuncuya aday.
21.30 - Bir Baskanin Olumu (imdb:6.3)
21.45 - Ekspres Kasa (imdb:6.3)

2 Mart Cuma
19.30 - Bilekkesenler:Bir Ask Hikayesi (imdb:6.9)
--Cuma bir filme gidelim dersek oncelikli secimim bu film olur.
21.30 - Sapigin Sinema Rehberi (imdb:7.6)
21.45 - Baska Hatunlarla Muhabbet (imdb:6.8)
00.30 - Kara Koyun (imdb:6.4)

3 Mart Cumartesi
19.00 - Herkesin Gecesi Kendine (imdb:5.6)
19.30 - Taxidermia (imdb:7.7)
21.30 - Vahiyler (imdb:6)
21.45 - Glastonbury (imdb:6.5)
--En merak ettigim film.Avrupa'nin en buyuk acik hava festivallerinden biri olan Glastonbury Festivali hakkinda.Okuduklarima gore bir suru grup ve sarkici performanslarinin disinda , 35 yil boyunca festivale gidenlerin cektikleri goruntulerden de yararlanilmis.Hem film,hem iyi muzikler daha ne olsun.Sahsi favorim.

4 Mart Pazar
15.30 - Ozgur Irade (imdb:7.4)
19.00 - Maximo Oliveros'un Açılması (imdb:7.6)
19.30 - Gunduz Gece Gunduz Gece (imdb:7.6)
21.30 - Oldurucu Melekler (imdb:6.7)
21.45 - Baskalarinin Hayati (imdb:8.4)
--Gunun hatta festivalin en iyi filmi olabilir.imdb 250'de 220. sirada

Kisa kisa..

blog'umuzun acilisi serefine severek izledigim iki kisa filmi sizlerle paylasayim dedim :) Gerci kisa zaman once The Raftman's Razor'i sinema grubunda yazmistim ama olsun...

How They Get There, Spike Jonze


The Raftman's Razor, Keith Bearden

Tuesday, February 13, 2007

ilk film: Punch-Drunk Love


film seçimi kurasında, ilk hafta filmi bana çıktı. durumu derinlemesine değerlendirdim ve ilk hafta eğlenceli bi şeyler olsa iyi olur diye düşündüğümden ve 15 şubat'ın 14 şubat'ın ertesi günü olmasından yola çıkarak bi aşk filmi olsun dedim. romeo-juliet aklıma geldi, ama insanların muhtemelen izlemediği başka ve güzel bi film vardı, onu seçtim: punch-drunk love.

filmi yazan-yöneten paul thomas anderson. genç yakışıklı sevecen bi insan .
'boogie nights' veya 'magnolia'nın da yönetmeni.

film sade, sakin, güzel bi aşk filmi. ben de 2 yıl oldu izleyeli tam hatırlamıyorum ama, renklerle oynadığını hatırlıyorum güzel bi şekilde, izleyince anlarsınız ne demek istediğimi. film güzel. gelirseniz pişman olursunuz sanmıyorum.

Blog

merhabalar,

film gösterimleri için bir blog açalım diye konuşmuştuk. bu blog o blog. filmleri atıcaz, yorumları atıcaz gibi (sanırım).
baklava. filmlere düzenli devamsızlık yapanlar baklava almakla cezalandırılacaklar. mesela 3 kere gelmeyen 2 kişi birleşip (bu sayıları attım ben, değiştirebiliriz), bi sonraki gelişlerine baklava getiricekler. burda önemli nokta hacı-baba'dan olması baklavanın. çok güzel oranın baklavası. filmlere gelmeyip baklava da almadan yırtmaya çalışanlar, filmlerdeki kötü adamlar gibi davrandıklarını unutmamalılar. onların bir daha film izlerken kendilerini iyi karakterlerle/kurtarıcı kahramanlarla/güzel kızlarla özdeşleştirmeleri hoş karşılanmıycak.

sene sonunda gösterilmiş olan en iyi filmi seçip ona "altın baklava" ödülü verebiliriz diye konuştuk. a101'in girişine kırmızı halı falan. güzel olabilir.