Friday, July 11, 2008

More

Gectigimiz haftasonu agirlikli olarak Altin Baklava uyelerinden olusan bir grupla Kung Fu Panda'yi izlemeye gittik. Sinema salonundan yillik kung fu dozumuzu almis bir sekilde ayrilirken bir Pixar filminden cikmiscasina mutlu ve mesuttuk.

Neyse lafi daha fazla uzatmadan asil konuya geleyim: Asagidaki kisa film, Kung Fu Panda'nin yonetmeni Mark Osborne'un 1999 yilinda En Iyi Kisa Film dalinda Oscar'a da aday olmus olan (kazanamamis ama olsun..) cok basarili bir stop motion. Ben cok begendim, sizler de izleyin istedim :)

Monday, April 7, 2008

NOTORIOUS (HITCHCOCK, 1946)




Bu sabah uyandığımda Hitchcock'un gösterme ihtimali ile yaşadığım tüm filmleri alt üst ettiğini farkettim. Orson Welles ile aralarında kararsız kalmakla beraber, senaryo akışı itibari ile ilkini tercih ettim.

Bildiğiniz gibi, film noir yani kara filmler(dark cinema,günümüzde extreme de) anksiyete nöbetleri ve intikam buhranlarına gerilim, macera ve dedektiflik hikayelerinin eklendiği belki de bir genre bile sayılamayacak bölümü.

Karakterize edilmesi zor bir çeşit olmakla beraber, film noir'ın noir oluşu II. Dünya Savaşı sonrası sona eren optimistik propaganda ile Amerikan toplumunun içine düştüğü atmosfer. Savaş sırasında The Maltese Falcon, Laura, The Glass Key gibi başarılı örnekler çıksa da, siyah ve beyazın Alman Dışavurumculuğu etkisi ile birleşmesi (Ki burada Nosferatu, The Cabinet of Dr. Caligari, Dr. Mabuse'yi saymamak olmaz) 1940'lardan sonraya rastlıyor. Bu anlamda, ters açı çekimleri, karanlık ve bulanık atmosferler, ışık ve gölge oyunlarının yoğunluğu, gerilim dolu figür ve konular yoğunlaşıyor ve sevilen noir temalarına varıyoruz.

Alanın felsefesine gelince. Film noir Marksist, Varoluşçu ve Freudian biçimlerde ayrılsa da özünde karakterler suçu işlediklerinde, bir vicdani hesaplaşmayı korurlar ve çoğunlukla bu durum onların varoluşsal acılar altında ezilmeleriyle son bulur. The Big Sleep, Kiss me Deadly, Out of The Past gibi filmler bu varoluşçu kaygıyı başarıyla yansıtır.

Karakterler toplumsal olarak dışlanmış, yoksayılmış ya da hakettiğini bulamadığına inanan figürler tarafından, bir maduniyetten şekillenir. Örneğin, Double Indemnity ya da The Postman Always Rings Twice'daki femme fatale'lerimiz hayattan alıcakları intikamı (anti)kahramandan alırlar.

Favori filmlerim tabi ki klasikler, The Maltese Falcon, Double Indemnity, Sunset Boulevard ve Touch of Evil. 1950 ve 60'larda Fransız Yeni Dalgası başka bir deyişle, Jean Luc Godard, François Truffaut gibi figürlerle anılan noir, (ki Breathless, Alphaville, Shoot the Piano Player, Fahrenheit 451 gerçeği) 70'lerden sonra, postmodern olgulardan beslenmiş, psikolojik gerilim ve bilim kurgu üzerinden giden birbirine geçen iki hatta yönelmiştir. İlki çoğunlukla klasik film noir çerçevesinden beslenmiş, ikincisi ise distopik çalışmalara kaymıştır(Taxi Driver, Farewell My Lovely, Blue Velvet, Blood Simple, Natural Born Killers, Blade Runner).

Konusu hakkında yorum yapmak istemediğim Notorious'ta Cary Grant ve İngrid Bergman başrolleri paylaşıyor, başarılı senaryo, temponun belirli bir düzeyde seyretmesi, sinematografinin mükemmelliği ve siyah beyaza olan ilgim filmi seçmemde büyük rol oynadı.

Hitchcock ile ilgili en postmodernist veya modernist ve Lacanian yorumları Zizek yapıyor. Onun bakışıyla yorumlamam gerekirse, Hitchcock'un objektifi subjektife yaklaştırdığı hatta Hegelian tabirle içiçe geçirdiği filmlerden biri. Kamera daima olmazken bile varolabilen bir bakışın ürünü gibi bir üst gözlemleme yeteneğine sahip. Bu anlamda, medyanın varlığımızı her yerde ve her şeyde ontolojik olarak yeniden kanıtlaması gibi, kamera bu filmde oynayan ve izleyici arasında bir üçüncü kanıt.(Zizek bunu tabi ki, varoluşumuzdaki kapanmayan ama var da olan tarihselliğe yayılmış boşluğun(Heideggerian Dasein) bir fantazi nesnesi olduğunu göstermekte kullanıyor.)

Film sonrası uranyum konusunu ele alması nedeniyle Hitchcock'un FBI tarafından aylarca takip edilmesi de tesadüf olmasa gerek. Bir sahnede çoğu zaman olduğu gibi Hitchcock'u görebiliyoruz.

Görüşmek üzere. Sevgiler saygılar.

Tuesday, April 1, 2008

Bu Hafta

Kim baklava alıyor?

Filme yetişemeyecem herhalde ama baklavaya gelecem. :)

Wednesday, March 26, 2008

Oldboy

Sevgili Altınbaklavacılar,
27 Mart Akşamı sizlere göstermek istediğim film 2003 Güney Kore yapımı, Oldboy. IMDB'de Top250 içinde 113 olduğunu belirtirim :), işimi sağlama aldım bu sene.

Filmle ilgili detaylı bilgiler için:
imdb
beyazperde

Sunday, March 16, 2008

Unforgiven


Bu hafta Altınbaklava'da Clint Eastwood'un hem yönetip hem de başrolünde oynadığı "Unforgiven" filmini izleyeceğiz.

Filmi seçmemin en önemli sebebi iki senedir hiç bir Western izlememiş olmamız.

Western türü 30'lar ve 50'ler arasında Amerikan film endüstrisinin en önemli türlerinden biriydi. John Ford, John Huston ve Howard Hawkes gibi Hollywood'un altın çağının mimarları hep Western türüyle yakın ilişkide oldular. Özellikle John Ford Western çağının ünlü aktörü John Wayne ile birlikte 35 civarı Western filmine imza attı ve adeta türü yaratan insan oldu.

60'lar ile birlikte Hollywood sisteminin gücünü kaybetmesi ve sinema kurallarının biraz tersine dönmesiyle Western'ler de biraz güç kaybettiler. Kahraman silahşörlerin hikayeleri artık o kadar da ilginç gelmiyordu kimseye. Artık Kızılderilileri kötü adam olarak izlemek istemiyordu halk. Böylece 60'lar ve 70'ler ile birlikte alt-western'ler çağı başladı. Klasik western kurgusu yıkılıyor, Western türü hiç beklenmedik yerlere gidiyordu.

Bu dönemde doğu bloğu yapımı kızıl westernler, Rus devrimi ve iç savaşı döneminde geçen ve tür olarak Western ile çok benzer olan yine doğu bloğu yapımı Ostern'ler, revizyonist westernler ve yükselen pop kültür ile beslenen acid westernler. Tabi bunlar arasında yeri apayrı olan Spaghetti Western türü.

Spaghetti Western türü Sergio Leone'nin 1964 yapımı "A Fistfull of Dollars" filmi ile ortaya çıktı. İtalyan yapımı, düşük bütçeli ve minimalist bir sinema anlayışının ürünü olan bu filmler aynı zamanda revizyonistlerdi. Özelikle Fistfull of Dollars ile başlayan Leone'nin "Dolar Üçlemesi"'nin son filmi "İyi, Kötü ve Çirkin"'in çizdiği karakterler ve Western temalarını ters düz etmesiyle hepimizin aklına kazınmıştır.

Spaghetti Western'lerin başarısının bence en büyük sebebi bilerek ya da bilmeyerek Western'lerin geçtiği çağa orjinal Western'lerden daha gerçekçi bakmalarıdır. 19. yüzyılın ikinci yarısı Amerika'sının kahramanlarla dolu bir yer değil de anarşinin kol gezdiği herkesin hayatını korumak ve devam ettirebilmek için çırpındığı bir kaos ortamı olduğunu yüzümüze vurdu Spaghetti Western'ler.

Clint Eastwood'un da sinemaya girmesi Leone'nin "Dolar Üçlemesi" ile oldu. Eastwood televizyonda ufak rollerden sonra "Rawhide" isimli bir Western dizisinin başrolünü kapmıştı. Leone Eastwood'u "Dolar Üçlemesi" filmlerinde başrolde oynattı ve bu şekilde Eastwood Hollywood'un kapısından girdi.

70'lerde ve 80'lerde Western hiç unutulmadı ama giderek popülerliğini yitirdi. Alt-western türleri Western dünyasını domine ediyordu. 80'lerde komedi westernler bile çekildi.

Western'in kan kaybettiği aynı dönemde Eastwood ise sinemada sürekli bir çıkış içerisindeydi. Önce kendi prodüksyon şirketini kurdu ve yönetmenliğe geçti. Daha sonra da Don Siegel ile ortak çalıştıkları "Dirty Harry" serisi geldi. Eastwood oyuncu olarak giderek yukarılara tırmanıyordu ama oynadığı sterotip roller onun başka bir kurguda da aynı başarıyı yakalayabileceği düşüncesini kimsenin aklına getirmiyordu.

80'lerin sonlarında Kevin Costner'ın "Dances With Wolves" (Kurtlarla Dans) projesi Michael Cimino'nun sinema tarihinin en büyük facialarından biri olan "Heaven's Gate" ile karşılaştırılıyordu ve masraflarının artması sebebiyle benzer bir facia olma yolunda gittiği düşünülüyordu. Filmin senaryosu 2-3 sene Hollywood'da dolaşmış ve kimse ilgilenmemişti. Ancak senaryo roman halinde basıldıktan sonra Costner filmi çekmek için bir prodüksyon şirketi bulabilmişti. Herkes Western'ler ölmüşken bir Western çekmeyi delilik olarak görüyordu.

Fakat Costner'ın "Dances With Wolves"'u herkesi şaşırttı. Facia olmak bir yana 12 Oscar adaylığı aldı ve 7 dalda ödülü kazandı. Costner en iyi yönetmen Oscar'ıyla kaiyerinin zirvesine çıktı. Daha da önemlisi film Western'lerin ölmediğini kanıtladı herkese.

Bu sırada Eastwood'un yönetmenlik kariyeri de çıkıştaydı. Charlie Parker'ın hayatını konu alana "Bird" filmi ile Eastwood Cannes'da ve seyircilerden övgü almıştı. Daha sonra afrika filmlerinden yola çıkarak Hollywood'un altın çağını konu alan "White Hunter Black Heart"'a, ve bir polisiye olan "The Rookie"'ye imza attı. Fakat bu filmler ortalamayı aşamadılar.

"Dances With Wolves"'un başarısından da cesaret alarak Eastwood yaklaşık 20 yıldır Hollywood'da dolaşan ve kimsenin beğenmediği, film yapmaya değer bulmadığı bir David Peoples senayosunu aldı ve filmi yapmaya başladı.

"Unforgiven" Western ile anti-Western arasında gidip gelen bir yapıdaydı. Yaşlı bir kovboyun emekliliğinden vazgeçip tekrar eline silah almasını anlatıyordu. Eastwood filme aynı zamanda yaşlı silahşörü de canlandırıyordu. Eastwood'a eski kuşağın iki önemli oyuncusu Morgen Freeman ve Gene Hackman eşlik ediyorlardı. Eastwood özellikle Hackman'ı mutlaka bu filmde istemişti.

Film muazzam bir başarı olmadıysa da sevildi. 100 miyon dolar civarı hasılat yaptı tüm dünyada. Herkezin hemfikir olduğu bir nokta Eastwood'un muhteşem yönetmenliğiydi. Eastwood'un yönetmenlik kariyeri 20. senesine girmişti ama çok kişi ondan bu kadar iyi bir iş beklememekteydi yine de.

Film Eastwood'a En İyi Yönetmen Oscar'ını getirdi. En İyi Film ve Gene Hackman'ın aldığı En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ödülleri ile birlikte toplam 4 Oscar ödülü kazandı.

Fakat bence filmin en dikkat çekici yanı kazandığı ödüllerden çok Eastwood'u Hollywood'un en prestijli yönetmenlerinden biri haline getirmesi oldu. Bu filmden sonra Eastwood her filmiyle kariyerini bir adım daha ileri götürdü. "A Perfect World","Mystic River","Million Dolar Baby","Flags of Our Fathers/Letters from Iwo Jima" en dikkat çekici çalışmaları Eastwood'un. "A Perfect World" dışındaki filmlerle Oscar adayı olan Eastwood, Mystic River ile ikinci En İyi Yönetmen Oscar'ını aldı ve güç bir başarıya imza attı.

Western'ler Eastwood kadar şanslı olmadılar malesef. Unforgiven'dan sonra kan kaybetmeye devam etti Westen türü. Unforgiven'dan sonra ancak bu sene doğru dürüst bir Western vizyona girdi, (Andrew Dominik'in The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford filmi.

Perşembe günü gösterimde görüşmek üzere.

Wednesday, March 12, 2008

13 Mart No Country For Old Men



Herkese Merhaba,
Bu filme gitmeyi pek bi istiyordum, birlikte izlesek mi dedim, sonra da izleyelim dedim :)

Beyaz Perde Soyle demis:

Koca bir uyuşturucu zulası, iki milyon dolarlık bir para ve iki ceset... Kötü giden bir uyuşturucu pazarlığından geriye kalan bu tehlikeli 'üçlü'den, parayı alarak kaçan Moss, peşinden son derece kanlı ve şiddet dolu bir macerayı da sürükleyecektir.

Coen Kardeşler'in en hit filmlerinden Fargo'nun ne oranda izlerini taşıdığı merak edilen yeni bir Amerikan suç filmi olarak karşımıza çıkan No Country for Old Men, 2007 Cannes Film Festivali'nde büyük ödül için yarışanlardan...
Trailer icin :

http://www.youtube.com/watch?v=i1TqPm_ticY

itirazi olan ya simdi soylesin, ya da gosterimden sonraya konussun :D
sevgiler

Wednesday, March 5, 2008

Animasyon Gecesi: basrolde Monsters, Inc.


Herkese Merhaba,

Bu haftaki gosterimi kucuk bi animasyon gecesi olarak dusunuyorum ve en buyuk yildizimiz; izleyecegimiz film de 2001 Pixar yapimi Monsters, Inc. Filmimizden once de bazi basarili Pixar kisa animasyonlari izleyecegiz. Vaktimiz uygun olursa Pixar'in web sayfasindan Monsters, Inc.'in yapimiyla (aslinda genel olarak animasyonlarin yapimiyla) ilgili kisa sunuma hep beraber goz atmayi da umuyorum .

Tum bunlar henuz ilginizi cekmediyse, filmle ilgili bilgilere gecmeden once yarinki gosterime gelmeniz durumunda ben ve sevginin baklavasini da afiyetle yiyeceginizi hatirlatmak isterim :)) (soz vermistik, biraz geciktik ama olsun:))

Monsters, Inc. benim en sevdigim animasyon filmi. Aslinda son yillarda populerlesen bu alanda donum noktasi filmlerden biri oldugunu dusunuyorum; Shrek ve Toy story ile birlikte. Ancak bircok benzerinden cok daha komik, eglenceli oldugu; hikayesinin ortami ile karakterleri ve senaryosu itibariyle de benzerlerine gore oldukca orjinal oldugu rahatlikla soylenebilir. Konusu ile ilgili hic bilgi vermemenin izlerken alacaginiz keyif acisindan daha iyi olacagini dusunuyorum :)

Monsters, Inc.'in daha once izlemis olanlar icin dahi yeniden izlemeye deger bir yapim oldugunu dusununce, izlememis arkadaslarin cok keyifli bi aksam gecirecegini dusunuyorum. Yarin aksam altinbaklava'da gorusmek uzere...

imdb'de Monsters, Inc.

Saturday, February 23, 2008

!F Ankara Bagimsiz Filmler Festivali

Onumuzdeki hafta Persembe gunu baslayacak olan festivalin biletleri mybilet'de on satisa baslamis. Erkut ile zaten cok onceleri programi inceleyip hangi filmlere gidecegimize karar vermistik, biraz once de aldik biletlerimizi :) Bu arada festival web sayfasi bu sene gercekten cok basarili bir tasarima sahip, gideceginiz filmleri secip bunlari web uzerinden paylasabiliyorsunuz bile. Bizim sectigimiz filmler sunlar:


P.S. Bu gosterimlerde sizleri de aramizda gormek isteriz :D

P.P.S. Bu programa gore Persembe gunu altinbaklava'yi da satacak gozukuyoruz :( Gectigimiz Persembe gunu altinbaklava'yi Carsamba gunune secmeye cok calistik ama pek destek veren cikmadi..

Wednesday, February 20, 2008

Marjane Satrapi'nin Persepolis'i

Altinbaklava'nin donus filmi olarak yarin aksam Marjane Satrapi'nin ayni adli grafik romanindan uyarlanan Persepolis adli Fransiz animasyonunu gosterecegim.

imdb
sony pictures
pantheon graphic novels

P.S. Bu odullu filmin dayandigi grafik roman Minima Yayincilik'tan Turkce'ye de cevrildi..



Radikal2'de yayinlanan Nilay Ulusoy Onbayrak'in Persepolis uzerine kaleme aldigi bir yazi:

Bir genç kız yetişiyor

2007 Cannes Film Festivali Jüri Özel Ödülü sahibi tartışmalı film Persepolis, nihayet gösterimde. Film, Marjane Satrapi'nin çok satan çizgi romanından sinemaya uyarlanmış. Gözümüzün çokça alıştığı Amerikan Walt Disney, Pixar filmlerinden ya da Japon animelerinden farklı bir anlayışla gerçekleştirilmiş olan yapım, çocuklardan çok büyüklerin ilgisini çekecek nitelikte.

1969 doğumlu Satrapi'nin özyaşam öyküsünün anlatıldığı Persepolis'in tüm dünyada ilgi görmesinin en önemli sebebi, Satrapi'nin çağdaş bir ailede büyüyen, iyi eğitim almış bir İranlı oluşu. Böylelikle ülkesinde gerçekleştirilen Molla devrimine gerçekçi bir duyarlılıkla yaklaşabilmiş. Feminist, komünist veya ulusalcı pek çok görüşün egemen olduğu modern bir ailede yetişen Satrapi, ilk amacı Şah'ın adaletsiz rejimini devirmek olan İran devriminin, İslamcı fundamentalistlerin elinde nasıl daha baskıcı, yıkıcı ve insanlık dışı bir rejim doğurduğunu, anıları aracılığıyla anlatıyor. Devrimin gerçekleşmesinin hemen ardından başlayan Irak savaşı süreciyle beraber, rejim yanlılarının insanları nasıl sömürdüğü ve her zamanki gibi sömürüden en çok zarar görenlerin yine kadınlar ve çocuklar olduğunu izliyoruz filmde.

Satrapi, İslamiyet kisvesi altında yapılan insanlık ve akıldışı uygulamalardan, özgürlük ve demokrasi adı altında yapılan ikiyüzlü ve yanlı hareketlerden bıkan ailesi tarafından Viyana'ya gönderilir. Burada sıkıntılı ergenlik dönemini atlatmaya çalışırken, evrensel doğru olarak gösterilen Batı Avrupa kültürünün ve toplumlarının tıkanmışlığıyla da boğuşmak zorunda kalır. Hem Avrupa'da hem İran'da yabancı kalan Satrapi, ülkesine geri dönerken özellikle Batı kültürünün unuttuğu ailenin değerini fark eder. Akıllı bir kadın olan büyükannesinin yol göstericiliğinde bir kadın ve bir birey olarak rejimle ve yasaklarla, aşkla ve erkeklerle, peçeyle ve başörtüsüyle sınırlı kalmamaya, doğduğu ve her ne olursa olsun sevdiği ülkede yaşamaya çalışır.

Edebiyattan olduğu kadar çizgi romandan sinemaya yapılan uyarlamalara da her zaman şüphe ile bakıldı. Kendi hayatını anlatan eserini sinemaya uyarlamak ise sanırım Satrapi için epey zor olmuştur. Fakat filmin orijinalliği de buradan geliyor, yazar eleştirmenlere yorum bırakmayacak şekilde, kendi eserini kendisi sinema alanında yorumluyor. Söz konusu durum Persepolis'i çok daha öznel ve dürüst bir film olarak algılamamızı sağlıyor. Pek çoğumuz için komik ve neşeli geçen çocukluk dönemini komedi unsurlarıyla, sıkıntı ve sinir buhranlarıyla geçen ergenlik dönemini ise gerilimli bir aşk hikâyesi eşliğinde veren Satrapi, olgunluğa geçiş yıllarını ise ciddi, duygusal ve mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde yansıtmış.

Persepolis, yazarı başka bir milliyette ve başka topraklarda doğsaydı, samimi bir özyaşam öyküsü olarak şekillenebilirdi. Oysa İran'da doğan bir kadının hayat hikâyesi anlatılırken film ister istemez politik bir hal almış. Fakat Persepolis'in ve Satrapi'nin asıl derdi İran rejimini ya da Avrupa kültürünü eleştirmek değil, bir kadının hayatın içinde kendisine yer aramasını hikâyelendirmek olmuş. Ama bu onu İran hükümetinin sert tepkisininden koruyamamış.

NİLAY ULUSOY ÖNBAYRAK: Dr., Bahçeşehir Üni.

Özlem Bitiyor

Monday, January 7, 2008

Kisa sureligine ara veriyoruz..

Gosterimlerimize final donemi boyunca ara verelim diye kararlastirdik, yakinda tekrar bulusmak uzere..

Wednesday, January 2, 2008

2008'in ilk gosterimi: Ben, Sen ve Digerleri (Me and You and Everyone We Know)

Mehmet ile yerlerimizi degistirince ayagimin tozuyla 2008'in ilk gosterimini yapmak bana dustu. Yarin gosterecegim film Miranda July'in ilk ve simdilik tek uzun metraj calismasi olan Me and You and Everyone We Know. Bu filmin Turkiye'de vizyon sansi bulup bulamadigini tam bilemiyorum. Aykut ile bu filmi sans eseri DVD'den kesfetmistik, ardindan da !f Bagimsiz Filmler Festivali'nde es gectigimizin farkina varmistik.

Yonetmen: Miranda July
Senaryo: Miranda July
Oyuncular: Miranda July, John Hawkes, Miles Thompson, Brandon Ratcliff
Yil: 2005

imdb linki
resmi web sitesi




Yesim Tabak'tan Ben, Sen ve Digerleri uzerine

Birbirinden kopuk gorunen cok sayida karakter kullanmak ve oykuyu paralel bicimde ilerletip sonra kesistirmek, bagimsiz filmlerin sik basvurdugu anlatim tekniklerinden biri. Boylece filmi ortak bir tema etrafinda donen kucuk hikayeciklerle, kucuk fikirlerle doldurmaya firsat cikiyor. Bu bazen lafi dolandirmaktan, koca bir hikayeyi olusturmak icin luzumsuz ara yollara sapmaktan kurtulusun; bazen de dramatik anlamda ilerletilemeyen fikirleri bir kalabalik yaratarak kapamanin yolu. Ya da ikisi birden. Hal boyleyken bize dusen de, o karakterler ve durumlar galerisinde serbest bir gezinti oluyor.

Ben, Sen ve Digerleri'yle birlikte ilk kez uzun metraja el atan Miranda July, "Bir olay orgusu kurup ona bagli kalmak yerine, cesitli karakterler uzerinden kafamdakileri akitabilecegim bir alan yaratmanin daha iyi olacagini dusundum. Hele de senaryo yazmayi bilmedigim dusunulurse..." diyor. Kisacasi Ben, Sen ve Digerleri de soz konusu 'galeri' filmlerinden biri ve gayet hos bir gezinti sunuyor. Sevmek ve sevilmek uzerine bir Amerikan bagimsizi olarak bircok benzerinden ayrildigi nokta, cok kisisel bir sesle konusuyor olmasi, aslinda daha dogrusu, bunu saklamadan etmeden, son derece belirgin bicimde yapmasi. July 'Yazdikca karakterler kontrolumden cikti ve kendi baslarina hareket etmeye basladi' gibisinden hikayecilik demecleri verse, inanmamiz guc olurdu. Kahramanlari hem bir gerceklik hissi birakiyorlar hem de yer yer onun kuklasi gibiler (Biraz 'Miranda'nin dunyasi' durumu). Ben, Sen ve Digerleri, hayatin icine 'damardan' degil, daha metaforik yorumlarla giren bir film. Bu, sevimsiz bir yapayliga donusmedigi gibi, filmde bizzat canlandirdigi performans sanatcisi Christine'in isleriyle de butunlesiyor aslinda. Christine'in film boyunca urettigi isler, iki kisiyi gosteren herhangi bir gorselin uzerine, kendi kendine ikili diyaloglar seslendirmeye dayali.

Soz konusu diyaloglar, iki kisinin birbirini tamamen sarip sarmaladigi bir dunyanin hayalini kuruyor. July'in kendisine, bize ve digerlerine dair bahsettigi, iletisim ve bag kurma ihtiyaci, ve tabii buradan hareket eden korkular, bir adim ileri iki adim geri atmalar. Christine'in bir ayakkabisinin uzerine 'ben', digerine 'sen' yazarak ayaklarini birbirine yakinlastirip uzaklastirdigi sahne, filmdeki hikayelerin ana fikri sayilir. July'in hikayelerinde genellikle, icerisini merak edip zili calmak sonra da kapinin gercekten acilmasi ihtimali karsisinda korkup kacmaya benzeyen iliskiler yasaniyor.

Filmin sevgiye ve cinsellige dayali iletisim debelenmelerini ortaya koyusundaki butun bu naifligini, daha curetkar durumlarla birlestiren bir tavri da var. Cocuklarin cinselligiyle yetiskinlerin cinselliginin karmasik (ve tehlikeli) karsilasmalarindan, hayatini kurtarmak icin kendini yakmak gibi dramatik celiskilerden de bahsediyor. Boylece de herhangi bir 'banliyo kabusu' olmak yerine, insanlarin temel arayislarina gerginlikten uzak, ve bir yerlerden tanidik gelse de son kertede ozgun bir gozle bakmayi basariyor. Filmden geriye kalan his asagi yukari soyle: buruk ve tatli.